Buradasınız
Ana Sayfa > Ekoloji > Çözüm: Tarım ve Ekoloji | Metin Sert

Çözüm: Tarım ve Ekoloji | Metin Sert

Doğada yaratılan ekolojik bir yıkım varsa eğer, insanca yaşam hakkı da tehdit altına girer! 

“Küreselleşme” politikası nedeniyle kendisini ‘alternatifsiz tek düzen’ imiş gibi dünyaya dayatmak isteyen kapitalist sistem, bu şımarıklıkla kendisini ‘doğanın da sahibi’ sanacak kadar başı dönmüş hale, bir türlü kurtulamadığı ekonomik krizi nedeniyle de gözü dönmüş hale gelince, emperyalizmin dünyayı sadece kendi pazar alanı olarak görmesi gibi doğayı bir ‘meta’ gibi görüp, sermayenin çıkarı doğrultusunda ‘doğayı da özelleştirme’ye yöneldi. Artık sadece emek ve alın terinin, insanın ve halkın sömürüsü ile yetinemezken, kendisi için yeni kaynaklar yaratabilmek adına doğanın tüm yaşam ve enerji kaynaklarını kendi sermaye birikimine sokup doğal varlıkları metalaştırmaya başlayarak, doğaya yönelik sömürüsünü arttırdı.

Bugün mevcut sistem; doğayı kendi çıkarı için özelleştirip, “çevre” dediğimiz, tüm canlılar ve insanların ortak yaşam alanlarına vahşice el uzatacak kadar gözü dönmüş bir sermaye düzenini temsil ediyor. Dereler ticarileştirilip, kamuya ait olan suya el konuluyor, tüm su kaynakları ile sulak alanlar, meralar, tarım alanları, ormanlar, sit alanları, hatta denizler bile sadece sermayenin çıkarı için kullanılmak adına tüm canlılar, insanlar ve halklar yok sayılırcasına talan ediliyor.

Bu projeler; kendisini doğanın sahibi zannedecek kadar başı dönmüş kapitalist sistemin veya doğayı bir meta gibi algılayan gözü dönmüş sermaye düzeninin, doğadaki ekolojik yaşamı da sömürmeye yönelik geliştirdiği ‘sermayenin çıkarı için doğayı özelleştirme‘ politikasıdır. Varılan sonuç; eko-sistem ve ekolojik denge artık yaşamı doğrudan etkileyecek kadar bozuldu. Eko-sistem böylesi bir ego-sisteme kurban edilirken, Avustralya yangını ve ardından gelen koronalı günler bu gerçeği ve iklim değişimi ile küresel ısınmanın etkilerini dünyanın her köşesinde bar bar bağırıyor!

Sanayi devriminin yarattığı bir canavar olan kapitalist sistem ve onun üst aşaması emperyalizmin yarattığı ekonomik krizden sonra dünyaya getirdiği şimdiki kriz, ‘ekolojik dengede çöküş’ olarak kendini her alanda gösteriyor!

* * *

Koronavirüs krizi sonrası dünyanın neye benzeyeceği konusunda bazı tartışmalar da bir yandan devam ediyor elbette.
Kimler neler diyor, ne demek istiyor? İşte bazı yetkili ağızlardan bazı açıklamalar:

BM: 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük kriz!

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, koronavirüs salgını ve oluşan etkilerini “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük krizle karşı karşıyayız” şeklinde tanımlıyor. Guterres, bu açıklamasıyla uluslararası toplumu koronavirüs salgınının neden olduğu sosyo-ekonomik yıkıma karşı daha güçlü ve etkili şekilde karşı koymaya çağırıyor ve “Bu da ancak herkes bir araya gelirse, siyasi oyunları unutursak ve insanlığın tehlikede olduğunu anlarsak mümkün olur” diyor. Açıklamasında, her ülkenin Dünya Sağlık Örgütü’nün uyarılarını dikkate almadığı şeklinde bir eleştiri de var.

AB: Daha güçlü bir sosyal sistem getirilmeli!

Avrupa Komisyonu’nun Ekonomiden Sorumlu Komiseri Paolo Gentinoli’nin de “Hükümetlerin rolü güçleniyor, korona salgını krizi sonrası otoriter rejimler oluşabilir” şeklinde bir uyarısı oldu. Gentiloni, “Hükümetin rolleri öncesine göre daha belirgin olacak. Hükümetlerin güçlenmesi otoriter modellerin ortaya çıkabileceği anlamına geliyor” diyordu.

Söz konusu açıklamayı yapan AB’nin ekonomiden sorumlu en yetkili ağzı olunca açıklama önemli tabii. Çok büyük, belki de öncekilerle kıyaslanamayacak kadar büyük bir ekonomik krize daha yuvarlanılıyor küresel düzeyde. Sermaye düzeni kendi bekası için, kriz sonrasına böyle hazırlıklar içinde de olabilir. Ama Gentinoli’nin bu açıklaması aslında otoriter rejime karşı bir uyarıyı içeriyor. Gentinoli şöyle uyarıyor: “Koronavirüs krizi sonrasında Avrupa Birliği’nde bu durum ciddi risk teşkil edebilir. Bizler daha güçlü bir sağlık ve sosyal sistem için mücadele etmeliyiz.”

ILO, WHO ve BM: Gıda sıkıntısı yaşanabilir!

Konu ekonomi olunca, tarım konusuna da bakmak gerekir. BM’nin gıda sıkıntısı yaşanacağına dair uyarısı var. Bu açıklama da; BM’de Gıda ve Tarımdan sorumlu  Qu Dongyu, Dünya Sağlık Örgütü Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus ve Dünya Ticaret Örgütü yetkilisi Roberto Azevedo tarafından ortak bir açıklama olarak yapıldı. Bu uyarı, ayrıca “açlık krizinin de kapıya dayanacağı” şeklinde bir anlam taşıyor. Konu gıda ve açlık konusuna gelince, “tarım” konusu öne çıkıyor doğal olarak.

Çiftçi-Sen: Açlık krizi ile de karşılaşılabilir!

Çiftçi-Sen tarafından yapılan “Korona krizi sonrası açlık krizi ile de karşılaşabiliriz” şeklinde bir açıklama da var. Korona tehdidi altında üretime devam etmek zorunda olan çiftçilerin desteklenmemesi halinde bir açlık kriziyle karşı karşıya olunacağı uyarısında bulunan Çiftçi-Sen Başkanı Ali Bülent Erdem, “Bu krizden çıkabilmek, en azından hafif atlatabilmek için çiftçilerin desteklenmesi gerekiyor. Çiftçilerin tarlaya çıkabilmesi için borçlarının silinmesi ve ürünlerinin değerinde alınması lazım. Bu politikalar uygulanmazsa, ‘nasıl olsa biz dışarıdan buluyoruz’ denilirse başka bir krizle, açlık kriziyle karşılaşacağız” diyor.

ÇÖZÜM: TARIM

“Topraklar el değiştiriyor, herşey şirketlerin eline geçiyor” diyen Erdem, çözüm olarak şunu öneriyor: “Toprak ve tarım bir avuç küresel şirketin eline geçtiği zaman açlık tehdidiyle karşı karşıya kalırsınız. Bunun yıkılması lazım. Bu sorundan endüstriyel tarımla çıkma şansımız yok. Esas olarak bu üretim biçimini değiştirip, gıda egemenliğini sağlamamız lazım. Tükettiğimiz gıdaların kendisi bağışıklık sistemimizi zayıflatıyor. Biz yerel gıdalarımızla ve ürün çeşitlerimizle besleniyor olsaydık, bu virüs karşısında bu kadar korunmasız kalmazdık…”

Bugünkü ortamda insanların koronavirüs salgını nedeniyle tarlaya bile gidip çalışamayacak bir hale gelmesi de bir başka ayrıntı. Ama siyasi iktidar eliyle uygulanan tarım politikasının “çiftçinin yoksullaştırılması, köylünün topraksızlaştırılması” anlamında oluşu, BM’nin “gıda sıkıntısı”, ÇiftçiSen’in “çiftçi desteklenmezse korona sonrası açlık krizi de yaşanacağı” uyarıları, tarım konusunu tarih boyunca her zamankinden daha fazla önemli bir hale de getirmiş durumda.

EKOLOJİK BAKIŞ

Bütün bu gerçekliği ayrıca bir de ekoloji penceresinden incelediğimizde; olduğundan daha da vahim ve korkunç bir tablo çıkıyor ortaya. Çünkü en verimli tarım alanları, zeytinlik alanlar, ormanlar, sulak alanlar, hatta doğal ve tarihi sit alanlarının bile madencilik, HES, JES, termik santraller vb. projelerle yaratılan ciddi tahribat dolayısıyla bir daha geri dönmeyecek şekilde yok edilmesi gibi bir başka can alıcı ve beter bir tehdit var!

Dolayısıyla konuya ekolojik pencereden bakıldığında; ekoloji mücadelesi ile çiftçi ve köylünün geçim-yaşam mücadelesinin tamamen içiçe konular olduğunu görebilmek mümkün. Derinlemesine ve çok yönlü düşünüldüğünde; tarımın ekolojiyi anlattığı anlaşılabilir. Tarım ve hayvancılık birlikte ele alındığında ise, bu tablo ekolojinin kendisi gibi de görünür.

Bu gerçek Şubat ayında Merzifon’da düzenlenen “Tarım ve Çevre Kurultayı“nda ayrıca Ekoloji Birliği eş sözcüsü Coşkun Özbucak tarafından da ifade edilmişti. “Ekoloji Birliği ile Tüm Köy-Sen kardeş kuruluşlardır” diyerek ekoloji mücadelesi ile çiftçi ve köylünün geçim-yaşam mücadelesinin içiçeliğine vurgu yapan Özbucak, konuşmasında şunları söylüyordu: “Ekoloji mücadelesinin üretici köylünün mücadelesine, üretici köylünün de ekoloji mücadelesine gereksinimi var.”

Ekolojik tarım

Tarım, sanayinin düşmanı değildir. Sanayileşmek için tarımın yok edilmesi, tarımdan vaz geçilmesi gibi bir anlayış, özürlü ve sakat bir anlayıştır. Tarım alanlarına karşı yok edici saldırganlık içeren, doğayı tahrip eden, yarattığı kirlenme ile çevreyi tehdit eden sanayileşme anlayışını ancak “özürlü ve çarpık sanayileşme” olarak tanımlayabiliriz. İnsanı ve halkı yok sayacak derecede sadece sermayenin çıkarını kollayan, halkın mülkünü acele kamulaştırmalarla sermaye gruplarına peşkeş çeken, yerel tohumu yok edip tarımı uluslararası şirketlerin boyunduruğuna sokan, ekolojik yaşamı rant kapısı haline getiren uygulamaların karşısında durulmalıdır. Çünkü ortak yaşam alanlarımız ve tarım bölgelerinin feda edilmesi sonucunda yaratılan ekolojik yıkım, artık “sağlıklı ve insanca yaşam hakkı”nı da doğrudan tehdit edici boyutlarda. Ve biyoçeşitlilik de yok oluş içinde.

Ekolojik mücadele ile çiftçi ve köylünün mücadelesini bütün olarak gören anlayış içinde hareket ederek, verimli tarım alanlarının yine tarım amaçlı korunmasının sağlanması gerekmektedir. Verimli tarım alanlarının havza çapında tespiti yapılıp sınırları da belirlenerek, bu bölgeler tarım amaçlı koruma altına alınmalı, siyanür ve sülfürik asitin kullanımına dayalı kimyasal ve metalik madencilik gibi uygulamalara, derelere HES ve arsenik, metan, bor ve sera gazının doğaya salınımını olduğundan daha da tehlikeli hale getiren JES, termik santral ve benzer diğer uygulamalara kapalı tutulmalıdır.

Sonuç olarak; tarımın değerinin yeniden keşfedilmesi ve ekolojik bir bakış açısıyla tarım politikası geliştirilmesi gerektiği her yönüyle ve açıkça ortada…

Metin Sert
1959 yılında Manisa’nın Turgutlu ilçesinde dünyaya geldi. Çevre sorunları ve ekoloji mücadelesi ile ilgisi 1997 yılında Leylek Çayı‘nın akibeti ve bazı çocuk ölümlerini araştırarak başladı. Bugün başta Turgutlu Çaldağı’ndaki nikel madenciliği ve diğer çevresel tehditlere karşı mücadele yürüten TURÇEP YK üyeliği görevini sürdürmektedir. Ayrıca EGEÇEP ve Ekoloji Birliği'nde de YK üyeliği görevlerinde bulundu.
https://ekolojibirligi.org

Bir cevap yazın

Top