Buradasınız
Ana Sayfa > Semra Purkis > Neden kömürsüz bir Dünya? Neden kömürsüz bir Muğla? | Semra Purkis

Neden kömürsüz bir Dünya? Neden kömürsüz bir Muğla? | Semra Purkis

Gelişmiş ülkeler fosil yakıt ile enerji üretiminden vazgeçerken, alternatif ve daha temiz enerji üretimine geçiş teşvik edilirken havayı, toprağı ve suyu kirleten, geri dönülmez sosyo ekolojik tahribatlara yol açan kirli enerji üretimini gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere kaydırmakta, buna da bu tür ülkelerde maliyetlerin düşüklüğü neden gösterilmektedir.

Günümüzde yaşadığımız küresel ısınmanın kökenleri yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe dayansa da, hızlanmasında 20. yüzyılın ortalarından beri süregelen insan aktiviteleri önemli rol oynamıştır. 2010 yılından beri her yeni yıl bilinen en sıcak yıl olmaya başlamıştır. Geçmişte bugünden daha sıcak dönemler olsa da, hiçbir dönemde gezegen bugünkü hızla ısınmamıştır. Önceki ısınma dönemleriyle karşılaştırıldığında çağımızdaki ısınma hızının 20 kattan daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu ısınma özellikle son 35 yılda hızlanmıştır. Söz konusu dönem aynı zamanda dünya ekonomisinin krize girdiği ve krizi aşma politikaları olan ve yaygın bir şekilde neoliberal olarak adlandırılan birikim politikalarının Türkiye dahil hemen hemen dünyanın her yerinde uygulamaya konduğu dönemdir. Ekonomik ve ekolojik kriz birbiriyle iç içedir ve ekonomik kriz derinleştikçe ekolojik kriz de daha çok hissedilir hale gelmektedir. Çünkü, niceliksel ve sürekli büyüme anlayışına dayanan neoliberal politikalar, bütün canlıların müşterek zenginliği olan doğanın bütün boyutlarının fiyatlanarak ve özelleştirilerek “doğal sermaye” haline getirilmesine, bu yolla sermayenin akacağı yeni ve karlı yatırım alanları açılmasına olanak vermektedir. Ancak bu durum akarsuların, ormanların, meraların, kıyıların, tarım alanlarının, kısaca karaların ve denizlerin altında ve üstünde ne varsa hepsinin kısa dönemli kâr amaçları için yağmalanması anlamına gelmekte, diğer yandan toplumun geniş kesimlerinin bu ortak zenginliklerden yararlanma olanaklarından her geçen gün daha çok yoksunlaştırılması ile sonuçlanmaktadır.

Dünyada küresel ısınmayı önlemek için izlenen politikalar atmosferdeki karbon dioksit oranını düşürmeye yöneliktir. Küresel ısınmanın yüzde 70’inden atmosfere salınan karbondioksit sorumludur. Atmosferdeki CO2 yoğunlaşması 1750 yılında 277 ppm’den (milyonda bir parçacık) geçen yıl insanlık tarihinde görülmemiş bir düzeye çıkarak 415,70 (15.05.2019) ppm’ye ulaşmıştır. Koronavirüs pandemisinin etkisiyle ekonomik aktivitenin yavaşlaması ve enerji talebinde son yetmiş yılda en büyük daralmanın yaşanması ile küresel karbon dioksit emisyonu da on yıl önceki düzeyine düşmüştür. Bu düşüşte en büyük pay küresel kömür talebindeki azalmaya aittir ve kömür talebindeki azalmada en büyük rolü hane halklarının talebindeki düşüş değil, çokuluslu şirketlerin ekonomik aktivitelerinin yavaşlaması oynamıştır. Climate Accountability Institute’ün raporuna göre 1751’den beri 103 fosil yakıt ve çimento şirketi küresel karbon ve metan salımlarının yüzde 69,8’inden sorumludur (1). Koronavirüs bize aslında fosil yakıtların temel enerji olarak kullanılmadığı bir dünyanın, kendisini nasıl hızla yenileyebilme kapasitesine sahip olduğunu göstermiştir.

Küresel Isınma Paris Anlaşması’nda (2015) hedeflenen 1,5-2 santigradı aştıkça Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre hayvan ve bitkiler yok olmakta, kuraklık, artan tropik siklonlar, azalan temiz su kaynakları, artan taşkınlar ve seller, orman yangınları gibi geri döndürülemez tahribatlar yaratan çevresel felaketler artmakta ve hassas ekolojik alanlar azalmakta, bütün bunların insan sağlığı ile birlikte diğer canlılar üzerindeki olumsuz etkileri çoğalmakta, toplumun en temel haklarından biri olan (Anayasanın 56. maddesi) sağlıklı ve dengeli bir doğal ortamda yaşama olanakları daralmaktadır.

Atmosfere salınan karbondioksidin yüzde 80’e yakın kısmı fosil yakıtların (kömür, petrol ve doğalgaz) ısınma, elektrik üretimi ve ulaşımda kullanılmasından kaynaklanır. Sadece fosil yakıt kaynaklı CO2 emisyonu 2017 yılında 1990 yılına göre azalmak yerine yüzde 63 artış göstermiştir. Türkiye 2017’de Çin ve Hindistan’dan sonra fosil yakıt emisyonunun en hızlı arttığı ülke olmuştur (2). Greenpeace (2019) raporu, 2018 yılında Türkiye’nin insan faaliyetleri kaynaklı kükürtdioksit (SO2) emisyonlarında dünyada 10. sırada bulunduğunu gösteriyor. Türkiye’de kükürtdioksit emisyonlarının %90’ı kömür kaynaklıdır ve 2007-2017 yılları arasında hava kirliliği yüzde 174 artmıştır. Öyle ki, hava kirliliğinden her yıl ölenlerin sayısı trafik kazalarında ölenlerin yedi katına varmaktadır (52 000 kişi). Kemerköy, Yeniköy ve Yatağan Termik Santralleri dolayısıyla Muğla kükürt dioksit salımı açısından 2019 yılında onuncu sıradadır. 2018 yılında Türkiye’de hava kirliliğinin (PM10 yıllık ortalama değerleri) en yoğun olduğu 8. ildir ve Dünya Sağlık Örgütünün verdiği en yüksek sınırın üç katına yakın değerlere ulaşmıştır. Muğla, hava kirliliği nedeniyle ölüm sayısı istatistiklerinde ise hemen her yıl ilk 10 şehir arasında yer almaktadır (3).

Gelişmiş ülkeler fosil yakıt ile enerji üretiminden vazgeçerken ve alternatif ve daha temiz enerji üretimine geçiş teşvik edilirken havayı, toprağı ve suyu kirleten, geri dönülmez sosyo ekolojik tahribatlara yol açan kirli enerji üretimini gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere kaydırmakta, buna da bu tür ülkelerde maliyetlerin düşüklüğü neden gösterilmektedir. Dünya Bankası baş ekonomistlerinden Profesör Larry Summers’ın ifadeleri bu mantığı hiçbir yoruma gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır. Ona göre kirli endüstrilerin az gelişmiş ülkelere taşınması daha çok teşvik edilmelidir, çünkü orada hava kirliliğinden insanlar hastalandığında ve öldüğünde, ücretler düşük olduğundan bunun maliyeti düşük olur. Burada açıkça gelişmiş ülkeler ve çok uluslu şirketler açısından parasal bir fayda maliyet, yani karlılık hesabı yapılmakta, ancak bu tür enerji üretiminin yapıldığı ülkelerdeki gerçek sosyo ekolojik bedeller gözardı edilmektedir. Fosil yakıtla enerji üretiminin yerli şirketler tarafından yapılması bu sosyo ekolojik bedelleri azaltmamaktadır. Yine gelişmiş ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin zengin petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu bölgelerde sürdürdükleri güç savaşları ve kapitalizmin ana kurumlarının başlarında gelen Dünya Bankası’nın fosil yakıtlara verdiği kredi desteğinin azalmak yerine artıyor olması, aynı kurumlarca dolaşıma sokulan yeşil ekonomi söyleminin iki yüzlülüğünü ortaya sermektedir.

KÖMÜR MÜ YAŞAM MI? “CENNET” MUĞLA’NIN TERMİK SANTRALLERLE SINAVI

Türkiye’de kömürlü termik santral projeleri hız kazanmaktadır. Türkiye, 2017’de proje aşamasındaki kömürlü termik santral kapasitesinde Çin ve Hindistan’dan sonra üçüncü sıradadır. En yüksek kömürlü santral kapasitesine sahip Çin ve Hindistan bile kömürlü termik santraller yoluyla enerji üretimini azaltmaya yönelik adımlar atarken, Türkiye hali hazırda 91 GW olan kapasitesini 2023 itibarıyla yaklaşık 109 GW’a çıkartmayı hedeflemektedir. Söz konusu projeler enerji fiyatlarının düşürülmesi ve enerjide dışa bağımlılığın azaltılması söylemiyle meşrulaştırılmaktadır. Oysa bu santrallere verilen alım garantileri elektrik fiyatlarının düşmesi yerine arttırılması ile sonuçlanmaktadır. Diğer yandan, Türkiye, en yüksek enerji tüketiminin gerçekleştirildiği günlerde bile toplam enerji kapasitesinin yarısını bile kullanmamaktadır. Hatta arz fazlası yüzünden elektrik üreten firmalar zarar etmesin ve kapasitelerini sürdürsünler diye Kapasite Mekanizması Yönetmeliği çerçevesinde bu şirketlere destek verilmektedir. Dolayısıyla kömürlü termik santralleri projelerinde ve yeni kömür sahalarının açılması için verilen ruhsatlardaki artış ihtiyaçla da açıklanamamaktadır. Kömürlü termik santral projelerindeki artış, krizi aşma çabasında kendisine karlı yatırım alanları arayan sermaye için farklı bir mekânsal yatırım ve kaynak aktarımı biçimi olarak görülmektedir. Enerji yatırımlarının öncelikli yatırım kapsamına alınarak KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi, sigorta primi işveren hissesi desteği, yatırım yeri tahsisi, faiz desteği, yatırım, fiyat ve elektrik alım garantileri gibi çok çeşitli destekler ve teşvikler görmesi karlılığını arttırmaktadır. Üstelik toplam değeri 50 milyon TL’yi aşan stratejik yatırımların dış borçları da Hazine garantisi altındadır.

Bütün bu desteklere karşın kırk yıldır faaliyet gösteren ve artık yatırım ömrünü doldurmuş olan Yatağan Termik Santralı özelleştirildiği 2014 yılından beri zarar etmekte, yaşanan ekonomik durgunluğun ortasında verilen bütün desteklere karşın (birçok küçük işletme zor durumdayken ya da batarken) bankalara olan 4,6 milyar dolarlık borcu yeniden yapılandırılarak ekonomiye olan yükü artmaktadır. Bu şirketler genellikle dolarla borçlandıklarından ülke ekonomisine katkıda bulunmaktan çok, ülkenin dış borçlarının da artmasına neden olmaktadırlar. Elektriğin üretim, dağıtım ve satış aşamalarında faaliyet gösteren bu ve bunun gibi şirketlerin dolar yükseldikçe artan maliyetleri bizlere yüklü elektrik faturaları olarak yansımaktadır. 1 Ocak 2018’de yürürlüğe giren Kapasite Mekanizması Yönetmeliği dahilinde, Ocak-Aralık ayları arasında, Muğla’daki Yatağan, Kemerköy ve Yeniköy santralerinin belli bir kapasitesinin işletmede kalabilmesi için sağlanan kapasite ödenekleri sadece bir yılda devlet bütçesine 187 milyon TL’ye mal olmuştur (4). Yani ödediğimiz vergiler bu şirketlerin ayakta tutulmasına harcanmaktadır. Bu santrallerin  ülke ekonomisine katkı yapmaktan çok yük getirdiği, bir çok açıdan gösterilebilir. Kamu kaynaklarının kamu yararı adı altında birkaç imtiyazlı şirkete aktarılması toplumun farklı kesimleri arasındaki kaynak dağılımında zaten varolan adaletsizlikleri daha da keskinleştirmektedir.

Bu santrallerin ağır metaller ve zehirli partiküller içeren baca gazlarının bitkiler, hayvanlar, hava-toprak ve su kaynakları üzerinde yarattığı geri dönülmez tahribatlar ve insan sağlığı üzerinde yol açtıkları yaşamsal sorunlar yanında bir de gereksinim duydukları kömürün çıkarılması için yaşam alanlarının ve tarihsel zenginliklerin yok edilerek yörede yaşayan köylülerin göçe zorlanması gibi büyük bir sosyal soruna yol açan sonuçları vardır. Bu güne kadar Yatağan termik santralı için genişletilen kömür sahaları dolayısıyla bu sahalar içinde bulunan 8 köy kaldırılmış, köylüler yerinden edilmiştir. Ruhsat alanının tamamının işletmeye açılması durumunda 40 köyün daha kaldırılması, toplam 30 bin insanın yerinden edilmesi söz konusudur (a.g.e). Aynı durum Kemerköy ve Yeniköy termik santralları çevresindeki köyler için de geçerlidir. Daha önce yeni kömür sahaları açılması için bir kez yerlerinden edilen Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy sakinleri, Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’ye ait termik santrallerin yeni kömür sahaları ihtiyacını karşılamak için istimlak tehdidi ile yeniden karşı karşıya kalmıştır. Bu sefer İkizköylüleri yerlerinden etmek için yaşam damarları kesilmek istenmekte, en temel yaşam kaynağı olan suları, kamu yararı adı altında öncelikle santralin kullanımına tahsis edilmektedir. Köylüler, şirketin suyu topraklarını ucuza almak için bir yıldırma aracı olarak kullandığını düşünmektedir. Sularının kesilmesi ve kamulaştırma tehdidi arasında sıkışan köylülerse topraklarından koparılmayı istememektedirler. Köylüler daha önceki yerinden edilme deneyiminde yaşam alanlarından ve biçimlerinden koparılarak büyükşehirlere göçeden hemşehrilerinin deneyimlerinden başlarına gelebilecekleri öngörebilmektedirler. Ancak salgın döneminde susuz kalmanın sağlıkları açısından yarattığı riskler yanında, hayvanları ve tarlaları susuz kalmaka, yani yaşam biçimlerini sürdürmeleri bilinçli olarak olanaksızlaştırılıp göçe zorlanmaktadırlar. Bölge zeytinlikler, verimli tarım arazileri ve ormanlarla kaplı olduğundan sadece köylüler yerinden edilmemekte, aynı zamanda çok zengin bir ekosistem de yok edilmektedir.

Yeniköy ve Kemerköy Termik santralleri 2014 yılında özelleştirilirken iki termik santralin yanında liman, madencilik sahaları, Geyik Barajı’nın yüzde 75 hakkı, daha önce Türkiye Elektrik Kurumu‘na (TEK) ait muhtelif parseller ve üzerlerindeki sondaj kuyuları da devredilmiştir. 2016 yılında yeraltı suyu kullanım belgeleri TEK’den şirkete devredilmiştir. Büyükşehir Belediyesi’nin bütün girişimlerine karşın, su kaynakları ve parseller stratejik öneme sahip elektrik üretiminden vazgeçilemeyeceği gerekçesiyle şirketin kullanımından halkın kullanımına geçirilememiştir. Bir anlamda burada yaşayan halk kamudan sayılmamıştır. Danıştay da benzer bir gerekçeyle DSİ (Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü) Genel Müdürlüğü’nün bilirkişi raporuna dayanarak termik santrallerin kapasite düşüşü yaşamadan üretimlerine devam etmesini, köylülerin yaşam hakkının önünde tutan bir karar vererek MUSKİ’nin (Muğla Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü) devir istemini reddetmiştir. Böylece İkizköy’ün suyu ve bu suyun iletim hatları termik santrali işleten şirketin insafına kalmıştır (5). Bölgede yaşayanlar bazen birkaç haftaya varan susuz dönemler yaşamaktadırlar. Çünkü, santraller gereksinim duydukları suyu önce kendileri almakta, kalanını iletim hattına basmaktadırlar.

Termik santrallerin yaptıkları büyük ekolojik tahribatların en önemlilerinden birinin su kaynaklarını kurutmak olduğu bilinmektedir. Örneğin, su ihtiyacını Dipsiz Çayı’ndan karşılayan Yatağan TES bir yılda 45 bin nüfuslu Yatağan ilçesinin toplam kentsel su tüketiminin 7,5 katından fazla su tüketmektedir. Su ihtiyacını Geyik Barajı ve Dereköy derin kuyularından karşılayan Yeniköy TES’in yıllık tüketimi ise, soğutma suyunu kapalı çevrim olarak kullanmasına rağmen, 132 bin nüfuslu Milas ilçesinin yıllık kentsel su tüketiminin 2,5 katına yakındır. Bu durum bölgede su kaynaklarının kurumasına ve kirlenmesine yol açmıştır (6).

Yüzyıllar içinde yaşanan sosyal örüntülerle üretilen ve bir toplumun sadece yaşam alanı olmasının ötesinde hafızasını ve kimliğini de taşıyan mekanların yerini devasa kara çukurların alması, aynı zamanda o toplumun hafızası ve kimliğinde kocaman kara delikler açmaktadır. Bu tür ekolojik tahribatların yaşandığı yerlerin yeniden eski haline geri döndürülmesi bilimsel olarak mümkün değildir. Bir ekosistemin oluşması milyonlarca yıl almaktadır. Ekonomik getirisinden fazla götürüsü olan kömürlü termik santraller yoluyla enerji üretimi Güney Ege Kalkınma Ajansı’nın Muğla’da sürdürülebilir gelişme için öncelikli olarak belirlediği diğer ekonomik sektörlerin gelişimini de olumsuz etkilemektedir. Tarım, zeytincilik, balıkçılık ve diğer su ürünleri, tıbbi ve aromatik bitki üretimi, arıcılık ve bunlara dayalı sanayi üretimi ve turizm gibi kısa, orta ve uzun dönemde Muğla ve ülke ekonomisi için sürekli katma değer yaratan, toplumları yerinde tutan ve doğru yöntemlerle yapıldığında ekolojik zararları düşük tutulabilen diğer ekonomik sektörlerin zarar görmesine yol açmaktadır (7).

Sonuçta sadece bölgede yaşayanların değil, hepimizin ve gelecek nesillerin buradaki ortak zenginliğimiz ve yaşam kaynağımız olan ekosistemin bozulması dolayısıyla yaşadığımız yoksunluk da düşünüldüğünde bu santrallerin ürettiği enerji aslında çok pahalıdır. İster saf ekonomik açıdan ister sosyo-ekolojik açıdan bakılsın bu tür enerji üretiminin gerçek bedeli çok yüksektir.

Bırakalım Muğla Cennet Kalsın. Kentimiz, kömürün kara delikleri yerine doğanın, bereketin, kültürün ve şenliğin merkezi olsun.


KAYNAKLAR

(1) http://climateaccountability.org/pdf/CAI%20PressRelease%20Top20%20Oct19.pdf

(2) https://www.globalcarbonproject.org/carbonbudget/18/files/GCP_CarbonBudget_2018.pdf

(3) https://www.temizhavahakki.com/wp-content/uploads/2020/08/Kara_Rapor_2020.pdf

(4) ve (6) Gümüşel ve Gündüzyeli (2019) Kömürün Gerçek Bedeli, CAN Europe http://www.caneurope.org/docman/coal-phase-out/3553-koemueruen-gercek-bedeli-mugla/file

(5) https://www.milasonder.com/guncel/ikizkoyun-su-kesintileri-hakkinda-buyuksehirden-aciklama/49434.

(7) Daha fazla bilgi için bkz. Purkis, S. (2018) “Muğla’nın Kaliteli Bir Yaşam Ekseninde Gelişme Olanaklarının Kömürle Enerji Üretimi Çerçevesinde Değerlendirilmesi”, Eğitim Bilim Toplum, 16 (62).

Semra Purkis
Ekoloji Birliği bileşenlerinden Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Bilim Komisyonu Sözcüsü.
https://ekolojibirligi.org/

Bir cevap yazın

Top