Buradasınız
Ana Sayfa > Özer Akdemir > ‘Efe Dayı’nın haberi | Özer Akdemir

‘Efe Dayı’nın haberi | Özer Akdemir

Kayseri’de de köyde de lakabı “Gaz Kesmez”di. Yıllarca yaptığı kamyon ve belediye otobüs şoförlüğünden kalma bir lakap. İzmir’e geldi, onlarca ah­bap edindi, sevildi, sayıldı, ‘Efe Dayı’ lakabını da yanına alıp memlekete döndü. Şimdi kansere karşı yaşam savaşı veriyor…

‘Efe Dayı’ akciğer kanse­ri. Yaklaşık 3 yıldır hastalıkla mücadele ediyor. Doktorlar has­talığın dördüncü evresi olduğunu söylüyor. Kemoterapi, ışın tedavisi, ilaçlar, ağrılar, sızı­lar… Ağrılar, özellikle göğüs ve sırtta son günlerde gittikçe artıyor. Ağrıla­ra paralel yüksek ateş ve birden ter boşalması…

Bu hafta kontrolü vardı hastane­de. Annemle telefonda konuştuk; “PET çekil­dikten sonra doktoruna gittik. Ağrılar başladı mı diye sordum. Gözlerini kapatıp açtı!..” dedi. Önümüzdeki günlerde ağrıları biraz dindire­bilmek için hastaneye yatıralım demiş doktor. Bu hafta hastaneye yatacak ‘Efe Dayı’.

Şimdi 15 yaşında olan küçük kızımız Ekin doğduğunda İzmir’e geldi annemle babam. Ekin’in bakımı için bir yıl bizimle kaldılar. ‘Efe Dayı’ lakabı o günlerden kaldı babama. İlk kim dedi, neden dedi belli değil ama o da sahiplendi bu Egeli seslenişi. Arabasının ardına bile yazdır­dı köye dönünce.

Aslında Kayseri’de de köyde de lakabı “Gaz Kesmez”di. Yıllarca yaptığı kamyon ve belediye otobüs şoförlüğünden kalma bir lakaptı bu. Gaz Kesmez İzmir’e geldi, bir yıl içinde onlarca ah­bap edindi, sevildi, sayıldı, ‘Efe Dayı’ lakabını da yanına alıp memlekete döndü. Şimdi kansere karşı yaşam savaşı veriyor…

Tesadüf müdür bilmem ama (Ki tesadüf diye bir şeyin olmadığına inananlardanım) bu aralar elimde epey bir asbest ve arsenik ha­beri birikti. Asbest nedeniyle taşınması gerekti­ğine dair rapor verilen ama aradan geçen 10 yı­la rağmen hâlâ somut bir adım atılmayan Ha­tay’ın Olgunlar köyünün haberi çıktı. Köy­den Antakya Devlet Hastanesine gidenlerde yüzde doksan oranında akciğer hastalığının tes­pit edildiği bir yerden bahsediyoruz! İnsanlar hâlâ asbestli toprağın üzerinde oturuyor, asbest­le sıvanmış evlerde yatıp kalkıyor, asbestli tarla­larda ürünlerini ekip biçiyor, köy çocukları hâlâ asbestli kayaların üzerine yapılmış okulda oku­yor…

On yılda bir arpa boyu yol gidilemediği için yeni onlarca köylü akciğer kanseri ve başka has­talıklara yakalanmış. Buna kader denebilir mi? Ya da soruyu şöyle sormak lazım belki; bile bile o köyü on yıldır oradan taşıyamayan devlet köy­de asbest nedeniyle canından olan her vatanda­şın katili değil mi?!..

Eskişehir‘de Mihalıç­çık’ın asbest öyküsünü yazmıştın geçenlerde. “Oradaki du­rum çok daha vahim” diyor Tıbbi Jeoloji Uzma­nı Dr. Eşref Atabey. “Tatarcık Mahallesi’nde terk edilmiş asbest madeninin bulunduğu alan­da tonlarca asbest açık havada öylece duruyor. Rüzgarlar ölüm taşıyor her yere!..”

Memleketim olan Nevşehir ve Kırşehir yöre­sinde içme ve kullanma sularındaki arsenik ha­beri gelecek bu haberin ardından. O da sırada bekliyor. Yıllardır ülkenin dört bir yanında yap­tığım asbest, arsenik, altın madeni kaynaklı ağır metal kirliliği vb. haberlerden birkaçı sadece bunlar. Kendi doğup büyüdüğüm yer olduğu için Nevşehir-Kırşehir yöresinin bu yöndeki fikri takibini belki biraz daha titiz yapıyorum. Yoksa biliyorum ki ülkenin hemen hemen her yerinde durum hiç de farklı değil. Bu nedenle yurdun dört bir yanından benzer haberler yapmak du­rumunda kalıyorum.

Dr. Eşref Atabey’in “Nevşehir Yöresi Tıbbi Jeolojik Unsurlar ve Halk Sağlığı” kitabını yak­laşık 7 yıl önce okuduğumda “eyvah” dediğimi anımsıyorum. Kitaptaki bilgilere göre, köyümün hemen hemen tüm komşuları ve yakın çevresin­de yapılan incelemelerde özellikle içme suların­da arsenik, toprakta asbest ve eriyo­nit gibi kanser ve özellikle akciğer kanseri hastalığına yol açan madde­ler limitlerin çok üzerinde tespit edil­mişti. Gerçi bizim köyün sularında bir analiz yapılmamıştı ama aynı su havzasından gelen suları kullanan komşu köylerin hemen hepsinde yük­sek arsenik varsa bizim köyün sula­rında da olmaması olanaksızdı.

Kita­bı okuduktan hemen sonra annemle­ri arayıp “Musluk suyunu kullanma­yın” dediğimi anımsıyorum. “Bozkır­daki ölüm köyleri” haberinde bu arsenik soru­nunu ele almıştım. Haberin etkisi oldu mu bile­mem ama o yıl köyün içinde açıktan akan bütün çeşmelere “İnsan kullanımı için elverişli değil­dir” tabelası asıldı.

Daha birkaç hafta önce yıllık izin için gitti­ğimde annem evimizin hemen yanına, bir duva­rın dibinde yığılı duran beyaz bir toprağı “Bu seneki pekmez için toprak hazır” diye gösterdi­ğinde “sakın” demiştim. “Bu toprakların içinde asbest olabiliyor”. Köylülerin “ak toprak” diye bildiği toprakların asbest içerdiğine de yine Eş­ref Atabey’in birçok kitabında değinilmişti.

“Bozkırdaki ölüm köyleri” başlıklı haberi 2013 yılında yaptığımda babam henüz kansere yakalanmamıştı. Ya da belki yıllarca yavaş yavaş ilerleyen sinsi hastalığın erken bir evresi olduğu için fark edilememişti. Babamın hastalığı nere­deyse artık son evreye geldiğinde teşhis konula­bildi.

Fotoğraf: Özer Akdemir 

Yazdığı her haber gazetecinin yaşamının bir parçasıdır diye düşünmüşümdür hep. Her ha­berle kendini yazmıştır aslında. Bütünün bir parçasıdır gazeteci de sonuçta. Olan biten her şey, yaptığı her haber kendisini de ilgilendir­mektedir bu anlamda. Hele ki çevre haberleri gazetecinin aslında öz yaşam öyküsü gibidir…

Kaz Dağı’nda, Munzur Dağı’nın yamacında, Bergama’da, İzmir Efemçukuru’nda ya da Ordu Fat­sa’da siyanürlü altın madeni tarafından kirleti­len doğanın haberiyle kendi sağlığını da tehdit eden bir çevre sorununun haberini yapmıştır muhabir. Madene binlerce kilometre öteden ge­lip haberi yapmış olması bu gerçeği değiştirmez.

Yani demem o ki, çevre nerede kirletiliyorsa bunun olumsuz etkileri sadece o bölgedekilere, o ülkede yaşayanlara değil, gezegendeki herke­se yansır. Tıpkı iklim krizi ve küresel ısınma yü­zünden bütün dünyanın farklı şekillerde yaşadı­ğı sorunlar gibi, tıpkı Kovid-19 pandemisi gibi…

Yirmi yıldır ekoloji haberciliği yapmaya çalı­şan bir gazeteci olarak, onca yıldır kendi öz ya­şam haberlerimi yazdığımı itiraf ediyorum! Çünkü görüyorum ki hiç kimsenin kaçışı yok bu döngüden! Doğayı, çevreyi, yaşamı kirlettikçe hepimizin benzer öyküleri haberlere konu ola­cak. Doğayı, yaşamı, çevreyi, hukuku, kadını, adaleti, özgürlüğü yok eden bu sistemi yok et­medikçe, ya sistem bizi yok edecek ya da doğa gereğini yapacak!..

O güne kadar ben de hangi haberde olursa olsun kendi kederli öykülerimi yazmaya devam edeceğim!.. Nefesim, kalemim, gücüm yetene kadar… ‘Efe Dayı’nın haberi gibi…

Ekoloji Birliği
Ekoloji Birliği; yaşama yönelik artan tehditlere karşı, yurt genelinde faaliyet gösteren bir çok ekoloji örgütünün bir araya gelmesi ile 2018 yılında oluşmuştur. Amacı; birlik ve dayanışma temelinde ekoloji mücadelesini yükselterek, daha güçlü şekilde doğayı ve yaşamı savunmaktır.
https://ekolojibirligi.org

Bir yanıt yazın

Top