Buradasınız
Ana Sayfa > Coşkun Özbucak > Siyanüre direnen kadınlar | Coşkun Özbucak

Siyanüre direnen kadınlar | Coşkun Özbucak

Fatsa ve Ünye sınırında yaşanan yıkımı yakından biliyorum. 2011-12 yıllarında altın madeni işletmeciliğinin girişimleri olduğunu, hem de siyanürle ayrıştırma yapılacağını duyduğumuzda yönümüzü Fatsa, Ünye tarafına döndük. O zamanlar özellikle HES’lere yönelik mücadele ediyorduk. Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu olarak köy köy, ilçe ilçe dolaşıyorduk.

Maden alanı

Fatsa ve Ünye sınırındaki köylerde gitmediğimiz yer kalmamıştı. Yıllardır siyanürle atın ayrıştırması yapan şirkete karşı verilen mücadelede genç, orta yaşlı ve yaşlı kadınlar tanıdım. Hepsinin yeri başka mutlaka ama birkaç kadının mücadeledeki yerleri farklıydı. Çadırda, yürüyüşte, direnişte sembol olmuşlardı. Onların olmadığı etkinlik ve direnişlerde motive eksikliği belli oluyordu. Varlıkları ayrı bir enerji oluşturuyordu.

Fatsa ve Ünye’de yeni süreç başladı. Siyanürle altın ayrıştırması yapan şirket projelendirdiği alanı ve süreyi tamamladı. Şimdi yeni alanlar için ÇED süreci başlattı. Ayrıca MTA Fatsa ve Ünye köylerinde yeni maden aramaları için sondaj yapıyor. Bu sırada yeni kadınlarla tanışma olanağım oldu.

Fatsa Yukarıbahçeler Mahallesi’ndeki siyanürlü altın işletmesi alanını büyütmeye çalışıyor; Ünye topraklarında Kızılkaya ormanlarında yeni maden işletmelerinin hazırlığı olan sondajlar MTA tarafından başlatıldı. Özellikle Fatsa, Ünye, Kumru, Korgan arasındaki bu çalışmalar, buraların maden sahası olarak ilan edilmek istenmesinin hazırlığı olarak görülüyor.

Fatsa ve Ünye için çığlığını duyduğum birkaç kadınla görüşmek, onların sesinin duyulmasını sağlamak yanında tanıtmak gereğini de duydum ve onlarla söyleşmek istedim.

Fatsa’da yapılan toplantıda Fatma ve Emine Çelebi’nin içten çığlıklarını duyunca “Evet bunları yazmalıyım.” dedim. Çağdaş Çelebi, Eren Atasoy ve İlyas Şatıroğlu görüşmeleri ayarladılar.

Yolculuk başlıyor

Yolculuk için özel araba gerekli. Bu nedenle Turgay Peköz’ün aracı ile Gül Ersan ve Celal Algan yola çıktık. Ordu’dan Fatsa’ya geldiğimizde İlyas Şatıroğlu’yla buluştuk, birlikte yola devam ettik.

Kumru yolundan Elekçi Irmağı kenarından biraz gittikten sonra neredeyse suyolumuz haline gelen Yukarıbahçeler Mahallesi’nin (madenin bulundu yer) yoluna girdik. Anılarımız tazelendi. Geçmişi konuştuk. İlk Şenyurt Mahallesi’ne gidip Emine-Fatsa Çelebi kardeşlerle görüşecektik. Asfalt yolu bitirip mahallenin toprak yoluna girdiğimizde aracımızın hızını karınca yürüyüşüne ve esnekliğine benzetsem abartı olmaz.

Yol çok kötü.
Nedeninin Alevi köyü olmasından kaynaklı olduğu belli oluyor.
Bölgedeki Alevi köylerinin yolları hep aynı.

Evde kimse yok

Emine Çelebi’nin kapısında çeşmesi olan tek katlı evinin önüne geldik ama kapıyı açan yok. Çevremize bakınırken zayıf, sekiz köşe şapkalı güleç yüzlü biri bize yaklaşıyordu, uzaktan seslendi. “Evde yok mu? Buradaydı.” diye. Gelen Emine Çelebi’nin kocası Hüseyin Çelebi’ydi. Kapıya vurdu, bahçeye doğru seslendi ama ses yoktu. Birkaç dakika sonra yolun alt tarafından Emine Teyze gözüktü. Karı, koca güleç yüzleriyle birbirlerine söylenerek bizi eve davet ettiler. İçeri girdik, Tanışma bittikten sonra Fatma Teyze de geldi.

Görüşme yapacağımız Emine ve Fatma Çelebi Giresun’un Dereli ilçesinden gelin gelmişler. Fatma Çelebi 13 yaşında gelin gelmiş. Şimdi 73 yaşında. Emine Çelebi de 68 yaşında Fatma Çelebi’nin kardeşi, o da buraya gelin gelmiş.

Fatma Çelebi (solda) ve Emine Çelebi (sağda)

Dert çok

“Maden ve kadın mücadelesi” konulu söyleşi için geldiğimizi bildiklerinden konuya hemen girdiler. 12 Eylül sürecinde de çok çekmişler. O günlerde çektiklerini anlatırken bugünle benzeştirdiler.

Emine Teyze konuşmaya başladı. “Devlet yoksa biz de yokuz. Biz yoksak devlet de yok. Devlet böyle işkence yapar mı? Madene hızla başladılar. İnsanlıktan çıkmışlar. Karşı çıktık ama o zaman kimi köyler anlattıklarımıza inanmadılar. Bizimle birlik olmadılar. Ormanlarımız gözlerimizin önünde kesildi. Canımız gitti. Buraya gelin geldim. O zaman ormanımız yanmıştı. Köylü ormanı yeniden canlandırdı. Bir dal kesilmedi. Gürgen ağaçları büyüdü. Şimdi bu canım ağaçları kesiyorlar.”

Fatma Teyze de demlediği çayın yanında turşu, patates haşlaması, tereyağlı peynirle masayı süsledi. Hem yiyor hem de konuşmayı sürdürüyoruz. Emine Teyze anlatırken araya Fatma Teyze de giriyor. “Bize köyümüz yetiyor. Sebzemizi yesek yetiyor. Perişan olduk. Uyku yok bize. Çocuklarımız başka illerde. Onlar orada, biz burada perişanız. Bizi merak ediyorlar. Sondaj nedeniyle yollara kayalar yuvarlanıyor. Satılmayan köyümüzün toprakları kalmıştı, onu da sattılar. Bu devlete nasıl güveneceğiz?” diye soruyor.

Artık isyan ediyoruz

Emine Teyze devam ediyor. “Devlet bize lazımsa biz de devlete lazımız. Biz olmazsak devlet olmaz, devlet olmazsa biz olmayız. Devlet böyle işkence mi yapar halkına. Bu topraklara alttan girip üstten çıkıyorlar. Bu paralar nerelere gidiyor. Köyün içinde maden işletmesi mi olur? Yeni sondajların sonu yeni maden işletmeleri.

Fatma Çelebi

Artık isyan ediyoruz. Gelsinler bizi öldürsünler. Paralarını, pullarını istemiyoruz; toprağımızdan uzak dursunlar. Halkını ezen hükümet de lazım değil bize.” diyerek tepki gösteriyor. Konuşmasına kocası da katılıyor ama Emine Teyze isyanını dışa vuran ses tonuyla konuşmasını sürdürüyor. “İstanbul’dan çocuklarımız otobüslerle geldiler. Ama çevre köylerden yeterince destek göremedik. Şimdi yeniden geldiler. Ağaçları kesiyorlar, maden için sondaj vuruyorlar. Sularımız kirlendi. Tahlil sonucu içilmez kararı verildi. Kirli dolaşıyoruz. El arabasıyla su taşıyoruz. Sebze ve meyvelerimizi şehirden mi taşıyacağız?” diyerek çeşmeden getirdiği bulanık suyu gösteriyor.

Bizi benzin döküp yaksınlar

Fatma Teyze yanımdaki sandalyeye geldi, oturdu. Konuşmaya başladığında sesi titriyordu. Gözleri nemlendi. Ben etkilendim, ne diyeceğimi şaşırdım. Bir yandan söyleşiye devam etmek istiyordum, bir yandan da Fatma ve Emine Teyzelerimin acılarını depreştirdim diye üzülüyordu. Arkadaşlara baktım, onlar da aynı durumdaydı. Şaşkın, üzgün ve kızgın. Bu üç duygunun da aynı anda oluştuğuna tanık olduk.

Fatma Teyze, “Nedir bunlardan çektiğimiz? Rahat bıraksınlar bizi. Köyümüzü zehirlediler. Suyumuz zehirlendi, banyo yapamıyoruz. Bizi delirttiler. Maden sondajını engellemeye gittik, bize terörist dediler. Bizi benzin döküp yaksınlar. Topraklarımızın altını oyuyorlar, bize zarar veriyorlar. Biz nereye gideceğiz? Madende siyanür kullanıyorlar.” diyerek duygulu konuşmasını tamamladı.

Zehirli su

Söyleşiyi tamamladıktan sonra teşekkür ettik, birlikte dışarı çıktık. Hava güzeldi. Yemyeşil bir ortamda insan dinleniyordu ama bu psikolojik ortam olmasaydı. Evin önündeki çeşmenin yanına geldik. Evde gösterdiği bulanık su bu çeşmedendi. Kurnayı açtık, su yine bulanık akıyordu. Bu suya, tahlil sonrası içinde ağır metallerin olduğunun belirlenmesi nedeniyle “içilmez” rapor verilmişti. Bunun haberini daha önce yapmıştık.

Yola devam

Sarıhalil Mahallesi’ne gitmek için aracımıza bindik. Yine toprak yollardan devam ettik. Fatsa-Ünye sınırındaki Kirazbeli Cemevi’ne geldik. Mezarlıkta bulunan Ordu Çevre Derneği tarafından Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna yazı göndererek koruma altına aldırdığımız iki adet 600 yıllık ağaçtan biri olan dilek ağacını görmemiş olan arkadaşlara gösterdik, dilekte bulunduk.

Canımız acıyor

İlyas Şatıroğlu’nun evine gittik. Söyleşi yapacağımız Sevim Atasoy komşusuydu. Burada kadınların biri ikisi değil ki, hepsi mücadeleci. Evin önünde masa vardı, oturduk. Dediğim gibi kadınların hepsi mücadelede yer aldı. Hepsi birbirinden önde.

Semra Akçay

Siyanürle altın ayrıştırma işletmesinin ilk günlerindeki mücadeleye de katılan, Samsun Terme’den gelin olarak gelen Semra Akçay’la söyleşiye başladık. Semra Akçay İstanbul’da yaşıyor, sık sık geliyor buraya. Açtı ağzını yumdu gözünü denir ya içi isyan dolu. “İstanbul’da yaşıyorum. Buraya koşarak geliyordum. Şimdi moralimiz bozuk. Gelirken ne ile karşılaşacağımızı bilemiyoruz. Meyvelerimiz, sebzelerimiz, toprağımız zarar gördü. Yirmi yıl sonra burası yok olacak. Bizim bir avuç toprağımız var. Bizi rahat bıraksınlar. Bizi, bize bıraksınlar. Canımız çok acıyor. Dünyamızı kirletmesinler, siyanür zehirliyor.” diyor ve devam ediyor.

Toprağımızı kanatmasınlar

“Yetkililer sesimizi duysun. Maden aramayı bıraksınlar. Türkiye’nin zenginliği kendisine yetiyor. Buradan çıkan altın bize yaramıyor. Kimse kabul etmemeli, karşı çıkmalı. Gidecek yerimiz yok. Çocuklarımızın geleceği var. Toprağımızı kanatmasınlar. Korkumuzdan meyvelerimizi yiyemiyoruz.”

Yılan hepimizi sokacak

Konuşmamız devam ederken ilk günden bu yana toprağını, suyunu, geleceğini korumak için didinen, çığlığını duyurmaya çalışan Sevim Atasoy, gülen yüzüyle bizi karşıladı. Tek tek hepimizle kucaklaştı. Bu topraklar bizi ana, bacı, kardeş yapmıştı.

Sevim Atasoy

Sevim Atasoy’a soru sormakta zorlandım. Söyleyeceği her şeyi tahmin edebiliyorum. O kadar konuşmuştuk ki, soru sormakta zorlandım ama sağ olsun kendisi başladı anlatmaya. “Sular zehirlendi. Perişan olduk. Tarlalarımızdan bir şey alamıyoruz. Hepsi erken bozuluyor. Çalışma alanını büyütüyorlar. Devlet izin vermese yapamazlar. Bu halk nereye gidecek. İstanbul’dan temiz hava almaya geliyorlardı. Şimdi temiz hava da kalmadı.
Siyanür kullanan maden birinci aşamayı tamamladı. Şimdi de artırıma gidiyorlar, alanı büyütüyorlar. Yeni sondajlar yapılıyor. Maden sahası bize uzak diyenler var. Oysa yılan hepimizi sokacak. Fatsa, Ünye, Ordu; herkese zararı var.” diyor ve çevre köylere de eleştirisini eksik etmiyor.

Halk olarak görev bize düşüyor

Sevim Atasoy tepkisinden aynı cümleleri yeniden kullanıyor. Kendilerine görev düştüğünün bilincinde. “Meyveler dökülüyor. İki seneden bu yana her şey çürüyor. Kestane çiçekleri erken kayboldu, bal yapılamadı.

Tehlike büyüyor. Çok karşı çıktık. O zaman destek olmayanlar çok pişman. Şimdi onlar da tepkili. Halk olarak görev bize düşüyor. Bize uzak diyenler var. Yılan hepimizi sokacak. Yerimiz, yurdumuz, geleceğimiz için uğraşıyoruz.” diyerek bitiyor konuşmasını.

Siyanürlü altın işletmeciliğine karşı mücadelede önemli yeri olan Eren Atasoy da fındık bahçesinde ot temizliği yapmaya ara vererek yanımıza geldi. Topraklarına hizmet ederken yanı başlarındaki siyanürün rahatsızlığını yaşıyor. Siyanürlü altın işletmeciliğinin alanını büyütmesini, yeni maden sondajlarının yapılmasını hiçbir biçimde kabul edilemeyeceğini gözlerinden de okuma olanağı var.

Umutla dönüyoruz

Söyleşimiz tamamlandı, kendi aramızda konuşmalarla devam ettik. Ama kadınların inancı ve kararlılığı umutlarımıza taze kan oldu.

Yola çıktık. Fatsa’ya inerken bir noktadan maden sahasının çirkin görüntüsünü fotoğrafladık.

Mücadele içinde olan ve bu süreçte tanıştığımız Osman Güvenalp’in evi yolumuzun üzerindeydi. Uğradık, konuğu olduk. Meyvesini yedik, çayını içtik. Yine maden ve yapılacaklar konusunda konuştuk.
Ordu’ya döndük.

Coşkun Özbucak
1958 yılında Ordu’da doğdu. Öğretmenliği süresinde kurucu başkanı olduğu Eğitim-Sen'de başkanlık ve yöneticilik yaptı. Mitinge Karşı Miting, Üzülme Güneş Yeniden Doğacak, Ordu’dan İnsan Manzaraları ve Dilek Ağacı adlı kitapları bulunuyor. Uzun yıllardır ekoloji mücadelesi içinde aktivist olarak yer aldı. ORÇEV YK üyeliği yanı sıra Ekoloji Birliği YK üyesi olarak da görev yaptı. Halen ORÇEV YK üyeliği görevini sürdürmektedir.
https://ekolojibirligi.org

Bir yanıt yazın

Top