Buradasınız
Ana Sayfa > Ekoloji > Küskünler kampı | Özer Akdemir

Küskünler kampı | Özer Akdemir

Yıllık iznimi geçirmek için İzmir’den memleketim Nevşehir Hacıbektaş’a giderken birkaç farklı yerde konaklayarak yaptığımız yolculuktan kalanları yazmaya çalışacağım bu hafta. Yola çıkarken Salda ve Meke Gölü‘nü görebilmek üzerine çizmiştik rotamızı.

Salda Gölü okurlarımızın malumu AKP’nin Millet Bahçesi çalışmaları ve bunun gölde yarattığı sorunlarla gündemde uzun zamandır.

Meke Gölü’nün ise Salda’dan çok daha kötü bir durumda olduğunu okuyorduk yıllardır. Bir zamanlar “Dünyanın nazar boncuğu” denilecek kadar güzel olan gölün tamamen kuruduğu söyleniyordu. Gidip bir de kendi gözümüzle görmek istedik. Toplam 3 ya da 4 gün sürmesini planladığımız yolculukta Orman Genel Müdürlüğüne bağlı tabiat parklarında çadır kurarak konaklayacaktık.

GARİP BİR ORMAN KAMPI

İki araçla İzmir’den, temmuz güneşi altında, asfalt eriten bir sıcakla beraber yola düştük. İlk durak Didim’de bir orman kampı oldu. Girişteki görevliler kampın hemen hemen dolu olduğunu, pandemi yasaklarının bitmesi ile insanların denizin kenarındaki orman kampını doldurduğunu söylediler. Çadırlar, karavanlar dip dibeydi gerçekten ama bize son derece garip gelen bir şekilde, herkes kampta sanki sadece kendileri varmış gibi hareket ediyordu. Belki bin kişinin konakladığı kampta herkes kendi alemindeydi. Kendileri dışında herkese küs gibi hareket ediyorlar, neredeyse kimse kimseyle konuşmuyor, ne yaptığını umursamıyor, sohbete yanaşmıyordu. Bu nedenle iki gece kaldığımız kampın adını “küskünler kampı” koyduk.

Yolda karşılaştığımız kamp komşularımıza “günaydın, merhaba” sözcükleriyle gülümsediğimizde ya da bulaşık yıkanan ortak alanda “kolay gelsin” dediğimizde tuhaf tuhaf yüzünüze bakan insanlarla karşılaşmak bizim için ilginç olduğu kadar üzücü bir deneyim oldu. Kuşkusuz, insanların kendi kabuklarına çekildikleri, yardımlaşmayı, sohbeti, dayanışmayı unuttukları, hemen herkesin yüzünün bir karış asık olduğu bu ruh halinin en önemli sebebi ülkeyi 20 yılda bir küskünler kampına çeviren siyasi iktidardı bana göre. Bin yıllardır yardımseverliği, misafirperverliği ve alçak gönüllülüğü ile bilinen Anadolu insanının tekrar o güzel özelliklerine sahip olabilmesi için de bir an önce siyasi iklimin değişmesi gerekiyordu.

SALDA KÖYÜNDE BİR GECE

Neyse ki Anadolu’nun her yerinin böyle olmadığı, hâlâ o güzel gelenekleri yaşatan insanların var olduğunu da gördük bu yolculukta. Salda Gölü’ne adını veren Salda köyünde, bütün pansiyonların dolu, çadır kampı kurmanın da yasak olduğu zor bir anımızda, konaklamak için bize evini açan Fatma Kaygısız teyzemiz bu güzel insanlardan birisiydi. Fatma teyze evinde kaldığımız bir gece içerisinde neyi var neyi yok serdi önümüze. Bahçesindeki ballı dutları, köy yumurtalarını, türlü türlü peynirleri, birbirinden lezzetli reçelleri ve haşhaş ezmesini soframıza getirdi. İki çocuk büyütmüş, torunları boyunu geçmiş olan kadının yüzündeki çizgiler yılların yaşanmışlıklarını bir bakışta anlatıyordu. Beş yıl önce kaybettiği eşinden “güzel beyim” diye bahsediyordu hâlâ. Gerçekten de bize gösterdiği fotoğrafta kara yağız yakışıklı bir adam gülümsüyordu.

Fatma teyze sohbet etmeyi ve daha çok da içini dökmeyi bir insan ne kadar özleyebilirse o kadar özlemişti. Bizimle konuşurken suya hasret bir toprak gibiydi sanki. Anlattıkça gözlerine bir ışık gelip yerleşiyor, ellerinin buruşmuş derisi canlanıp, pembeleşiyor, dudaklarının çevresinde yıllardır çok az kullanmaktan kaybolmaya yüz tutmuş tebessüm çizgileri belirginleşiyordu. Bizleri gözleriyle seviyor, sözcükleriyle sarıyor, daha ne verebilirim diye kaygılanıyor, varını yoğunu önümüze koyabilmek için çırpınıyordu. Yıllardır içinde biriktirdiği duygularını usul usul bize anlatırken, ince kirpikleri sabah çiği düşmüş bir çiçek gibi nemleniyor, ama gözyaşları bir türlü akmıyordu. Bir ikindi vakti gittiğimiz Fatma teyzenin evinden ertesi sabah kahvaltıdan sonra ayrılırken, kırk yıllık tanış gibiydik artık.

TURKUAZ VE KARA

Köyden Salda Gölü’ne sapan yokuşu indiğinizde yol sağa kıvrılarak ünlü Beyaz Adalar plajına uzuyordu. Plajın girişi aylardır Millet Bahçesi çalışmaları nedeniyle kapalı olduğundan mecburen göl boyunca giden dar asfalt yola geri döndük. Doğanbaba köyü yakınından gölün kumsalında dolaşıp dizlerimize kadar ılık suyuna girdik. Bazı yerlerde balçık, bazı yerlerde ipince bir kum tabakasıyla kaplı olan göl yüzeyinde gezindik ve o ünlü turkuaz rengini fotoğrafladık. Beyaz kumsalların bazı yerlerde kararmaya başladığını, gittiğimiz, konakladığımız her mesire yeri, gölbaşı, nehir kenarında gördüğümüz insan kaynaklı kirliliğin Salda’nın da başına bela olduğunu üzüntüyle gördük. Dünyanın başka bir yerinde olsa özenle korunacak eşi benzeri olmayan gölün bu derece hoyratça örselenmeye ne kadar dayanabileceğini düşündük ve Salda’ya da “dayan” dedik. Bu akılsızlık çağı, bu vasatlık iktidarı bitene kadar, dayan!

YAKA MANASTIRI KAMPI

Beyşehir Gölünü tepeden gören Yaka Manastırı Tabiat Parkı’na bir pazar günü gitmenin dünyada yapılacak en büyük yanlışlardan birisi olduğunu da öğrendik bu yolculukta. Yüzlerce piknikçinin yaktığı mangalların dumanı koyu gölgeli sık çamların arasından sanki orman yangını varmış gibi göğe yükseliyor, her tarafı kesif kebap kokularına boğuyordu. Özel bir işletmeciye verildiği anlaşılan piknik alanında manastırdan geriye kalan bir parça bile kalıntı göremedik biz. Gece saat 10’a kadar gitmeyen piknikçiler dağıldığında ancak Beyşehir gölünün üzerine doğan hilalin ışığında ormanın seslerini ve rüzgarı duyabildik. Gece yarısından sonra kamp alanındaki restoran çalışanları da gidince kampın içinde çadırda konaklayan sadece biz kalmıştık. O hay huyun yorgunluğunda, et ve is kokuları dağılmış ormanın tertemiz havasını soluyarak sabaha kadar deliksiz bir uyku uyuyabildik. Sabahleyin uyandığımızda çadırımızın önünde bizi bekleyen kocaman bir kangal köpeğiyle karşılaştık. İlk bakışta insanı ürperten iri cüssesine sığdırdığı kocaman sevgisiyle bu oyuncu köpek, biz kamptan ayrılana kadar bir an olsun yanımızdan ayrılmadı.

Meke Gölü’nün korkunç görüntüsünü, Konya Ovası’nın uçsuz bucaksız düzlüğünü, ıssız sokakları, harman yerlerinin arasından geçtiğimiz küçük köyleri ve Tuz Gölü’ndeki turna ölülerini önümüzdeki haftaya bırakarak yolculuğumuzu anlatmaya bu haftalık ara verelim.

Evrensel

Özer Akdemir
Evrensel Gazetesi yazarı. 1969 Nevşehir Hacıbektaş'ta doğdu. 1998 yılında Evrensel Gazetesi ile başladığı gazeteciliğe halen gazetenin İzmir temsilcilisi olarak devam ediyor. Hayat TV'de Çepeçevre Yaşam programlarının yapım ve sunuculuğu yanı sıra, Anadolu’nun Altın’daki Tehlike / Kışladağ’a Ağıt, Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Uranyum Uğruna / Dilsiz Çocukları Ege’nin, Doğa ve Direniş Öyküleri adlı kitapları bulunuyor. EGEÇEP Yürütme Kurulu ve çeşitli komisyonlar ile Ekoloji Birliği'nde Koordinasyon Kurulu ve Yürütme Kurulu'nda da görev yapmıştır.
https://ekolojibirligi.org

Bir yanıt yazın

Top