Buradasınız
Ana Sayfa > Bilim > “Ağaç mı dikelim, kendi haline mi bırakalım?” tartışamalarının ötesi: Biz yangında gerçekten ne kaybettik?

“Ağaç mı dikelim, kendi haline mi bırakalım?” tartışamalarının ötesi: Biz yangında gerçekten ne kaybettik?

28 Temmuz’da başlayıp bugüne kadar 47 ile yayılan yangınlarda tek ölenler insanlar ve hayvanlar değildi. “Şu kadar hektar yandı” derken bahsedilen hektarlar üzerinde hangi bitki türleri yaşıyordu? Ülkenin hangi zenginlikleri zarar gördü?

Gebze Teknik Üniversitesi (GTÜ) Harita Mühendisliği Bölümü İleri Uzaktan Algılama Teknoloji Laboratuvarı‘nın optik ve termal uydu görüntülerini kullanarak hazırladığı rapora göre 28 Temmuz’dan bu yana devam eden yangınlarda Manavgat, Marmaris, Bodrum, Köyceğiz ve Gündoğmuş‘ta yanan alanların toplamı 83 bin 100 hektar. 

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nin açıklamasına göre Türkiye’de bu yıl yanan alan büyüklüğü ortalamanın yaklaşık 9 katına çıktı. Yağmur yağmasıyla tam anlamıyla sona eren Manavgat yangını ise Türkiye’de yaşanmış en büyük yangın felaketi olarak kayıtlara geçti. 

Bahsi geçen bu alanlar, yangınların tamamı son bulduğunda daha da artacak. Ancak nasıl ki felaketlerde kaybettiklerimiz birer “ölü sayısından” ibaret değilse, “hektar hektar” yanan bu yerler yalnızca bir yüzey ölçü birimi değil. “Hektar” deyip geçtiğimiz alanların üzerindeki bitki örtüsü, biz oralarda yokken de vardı, biz varken de aldığımız nefes, bizi yaşatan besin, gözümüzün gördüğü huzur oldu. 

Gideni yerine getirmek için “ağaç mı dikelim?”, “kendi haline mi bırakalım?” tartışmaları devam ederken özünde bir şeyi atladık: Biz gerçekten ne kaybettik? Her yıl tatillerimizde gördüğümüz ama asla gerçekten ne olduklarını bilemediğimiz, tabir-i caizse “tanışmadığımız” ağaçlar ve bitki türlerini uzmanları anlattı. 

“Türk çamı” kızılçamın hikayesi

Yanan alanların ortak özelliğinin ne olduğunu sorarak başlıyoruz. İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünal Akkemik‘in bu soruya yanıtı “Kızılçam ve makinin birlikte bulunduğu Akdeniz ekosisteminde olmaları”. Buradaki ekosistem vurgusunu, röportajın devamında da yapıyor Akkemik. Çünkü bir heyecanla dışarıdan bir ağaç getirilip dikilmesi, “ekosistem” denilen bu dengenin bozulmasına da neden olabilir. 

Kızılçamları anlatarak devam ediyor Prof. Dr. Ünal Akkemik sözlerine. Akkemik’in açıklamasında göre gövde rengi kızıla yakın olduğu için kızılçam denilen ağaçlar, Türkiye’de 5,2 milyon hektar alanı kaplıyor. 

Akdeniz Bölgesi‘nde deniz seviyesinden 1000 metreye, Ege Bölgesi‘nde 700-800 metreye, Karadeniz Bölgesi‘nde vadiler boyunca 500 metreye kadar çıkıyor yetiştikleri yerler. Bunun dışında Balkanlar’da, Ege çevresinde, İtalya’ya kadar olan hatta, Lübnan ve İsrail’de de rastlanıyor.

Dünyada en fazla Türkiye’de bulunduğu için “Türk çamı” (Turkish pine) deniliyor uluslararası literatürde. Latince ismi ise Pinus brutia. “1750’li yıllarda bitkilerin sınıflandırması yapılırken ilk kez İtalya’nın Calabria bölgesinde görülmüştü. Buranın Roma dönemindeki adı Brutia idi” diyor Prof. Dr. Ünal Akkemik.

Kızılçamın gövdesinin kabukları hayli kalın. Bunun önemli bir nedeni var: Yangınlarla birlikte evrimleşmiş olması. “Yangınlarla beraber bir adaptasyon geçiriyor. Çok kolay yanmıyor. Ancak tepesi yandığı için kuruyup gidiyor” diyor Ünal Akkemik ve ekliyor:

“Bu tabii ki “Yangınla evrimleşiyorsa, yangın bu ağaç için iyi bir şey” demek değil. Akdeniz havzası milyonlarca yıldır, sıcak, kurak ve yangınların çok yaşandığı bir bölge. Ancak daha önceden çıkan yangınlar, bu denli büyük değildi. İnsanlıktan önce ne kadarlık alanın yandığını bilmiyoruz. Ancak özellikle günümüzde yapılan araştırmalar incelendiğinde Türkiye’de çıkan 10 yangından dokuzunun insan kaynaklı olduğu göze çarpıyor. Tamam bu çamlar yangınla birlikte evrimleşmiş ama insanla beraber çok ciddi yangın tehlikesi ile karşı karşıya.”

Kozalaklı dallar sahaya serilmeli, doğal yoldan çoğalması sağlanmalı

Kızılçamın en önemli özelliği kozalakları. Uzun süre canlılığını koruyan, yangınlara karşı dirençli kozalak tohumları, toprağa düştükten bir süre sonra çimlenebiliyor. Bu nedenle kızılçam ormanları doğal süreçle kendi kendini yenileyebiliyor. 

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ünal Akkemik

Akkemik’e göre kızılçam ormanlarının, yangın sonrası kendi kendini yenileyebilmesi için ise birkaç aşamalı bir yol izlenmeli. Bunlardan ilki, kesilecek ağaçların tespiti. Kurumuş, yanmış ağaçların ormandan çıkarılması gerekiyor. İkinci aşamada ise ağaçlardaki kozalaklı dallar, sahaya bırakılmalı ve serilmeli. Böylelikle doğal yoldan çoğalması sağlanmalı. 

“Fidan dikimine başlıyoruz” açıklaması karşımızdaki gerçeği anlamamak ve popülizm

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin “fidan dikimine başlıyoruz” açıklaması ile sosyal medyadaki “çam yerine meyve, badem dikelim” yorumlarına karşı çıkıyor tecrübeli Orman Mühendisi. “Biz bilim insanları ya boşuna konuşuyoruz ya da Orman Genel Müdürlüğü teknik bilgi vermiyor, neden anlamıyorum” diyen Akkemik, “Lütfen ekosistemin devamlılığını sağlayın” çağrısı yapıyor ve ekliyor: 

“Bu bölgelere meyve ve badem dikilmez. Badem, zeytin, incir, ceviz diktiğiniz zaman o ortamı temizliyorsunuz. Altını tertemiz ediyorsunuz. Temizlediğinizde ne fauna ne flora kalıyor. Şu kadar fidan dikiyoruz” demek de popülist bir yaklaşım. Israrla diyoruz ki popülist yaklaşımlara girmeyin. Ormancılık, bir bilimdir. Hemen herkesin konuştuğu ama hiçbirinin konuşmaması gereken bir bilimdir. İşin politik yanı konuşulabilir. Ancak konuşulan teknik kısımların çoğu yanlış bilgi. Dün ekonomiyi konuşanlar, Akdeniz’deki Mavi Vatan meselesini konuşanlar bugün ormancılığı konuşuyorlar. Popülist yaklaşımlar bir yana, ekosistemin sürekliliğini sağlamamız gerekiyor. Biz bu ekosistemi değiştirdiğimizde bizi neyin beklediğini bilemeyiz.”

Orman görünümüne kavuşması için 15-20 yıl gerekli

Orman botaniği uzmanı Akkemik’in açıklamasına göre “tohum verme çağı” olarak kabul edilen “olgunluk çağına ulaşmak”, kızılçamlar için 25-30 yıl arasında değişiyor. Kızılçamların 4-5 metre boya ulaşıp orman görüntüsüne kavuşması için ise 15-20 yıl geçmesi gerekiyor. 25-30 yıldan itibaren çiçek, devamında kozalak tohumu oluşturmaya başlıyor. 

Yanan bölge makilikle karışık olgun bir kızılçam ormanı (saf da olabilir) ise o zaman öncelik yanan ağaçların toprağa düşen tohumları olmalı” diyen Prof. Dr. Akkemik, genç ormanlar için ise ekosistemin devamı için kızılçam fidanının ekilmesinin doğru olacağını söylüyor. Yeterli tohum olmaması durumunda ise öncelikle bir orman yangını sonrası bir sene beklenmeli, ne kadar fidanın çıktığı tespit edilmeli, boşluklar oluşuyorsa, o boşluklar yeni fidanla tamamlanmalı.

Akkemik’in açıklamasına göre tohumlardan çimlenen fidanlar, daha hızlı büyüyor, daha güçlü oluyorlar. Çünkü ait oldukları ekosistemde yetişiyorlar. 

Türkiye’nin çam balı üretiminin yüzde 80’i Muğla’dan

Kızılçamların endüstriyel değerinin de olduğunu söyleyen Akkemik, bu ağaçlardan kontrollü şekilde kesildiği zaman plastik yerine kullanılabilecek ahşap malzemeler üretildiğini, çam balı ve reçine elde edildiğini hatırlatıyor. 

Muğla İli Arı Yetiştiricileri Birliği’nin (MAYBİR) verilerine göre dünyadaki çam balı üretiminin yüzde 90’ı Türkiye’ye ait. Büyük kısmı Avrupa’ya ihraç ediliyor. 

Türkiye’nin çam balı üretiminin yaklaşık olarak yüzde 75-80’lik kısmı ise Muğla’nın ormanlık alanlarında gerçekleşiyor. Bu üretimde başı Marmaris’in Osmaniye köyü çekiyor. 

Fotoğraf: Reuters

Çamların ve 60 kadar evin kül olduğu, yüzde 98’i arıcılıkla geçinen Osmaniye köyü halkı, yaptığı açıklamada “Çamlar yandığı için arıcılık da bitti” demişti. 

Yine MAYBİR’in internet sitesinde yer alan bilgiye göre çam balı üretiminde tek “işçi” arılar değil. Kızılçam ormanlarına özgü, Latince adı Marchalina hellenica olan Basra böceği, ağacın öz suyu ile besleniyor. Sonrasında bıraktığı salgı, bal arıları tarafından alınıyor ve peteklerinde depolanıyor. 

Makilikler ‘çalı çırpı’ diye göz ardı edilemez

İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünal Akkemik, endemik, yani yalnızca o bölgeye ait türler hakkında da değerlendirmelerde bulundu. 

“Akdeniz havzasında özellikle Mersin, Antalya, Muğla hattının kara ile bağlantısı olmadığı için o bitkiler kendi içerisinde daha fazla evrimleşmiş, daha fazla o bölgeye özgü bitki var” diyen Akkemik’e göre endemik bitkilerin önemli bir kısmı makiliklerde: Makilikleri, çalı çırpı diye göz ardı etmemiz gerekiyor. Mutlaka ekosistemi ve türleri ile korumamız gerekiyor ki hem oradaki biyolojik çeşitliliği, florayı ve faunayı hem de endemik bitkilerimizi koruyalım.”

“Bitkilerin büyük bir kısmı tıbbi ve aromatik bitkilerdir. Özellikle adaçayı, dağ çayları, kekikler gibi bitkilerin en yoğun bulunduğu bölge Ege-Akdeniz bölgesidir. Buralar aynı zamanda yangın bölgesi. Bunlar, kızılçamlarla da son derece uyumlu şekilde yaşayan türler. “Onu yapalım bunu yapalım” önerileri geliyor ama ben hep  “Onu bunu yapmayalım, alışkanlıklarımızı değiştirelim. Ekosistem bize değil de biz ekosisteme uyalım” diyorum.”

Makiliklerdeki canlılarının çoğunun köklerinin canlı kaldığını ya da tohumlarının canlı olduğunu aktaran Profesör Akkemik, “Yanan gövdelerin toprak altındaki kısımlarından önümüzdeki seneden, hatta bu yılın sonbaharından itibaren sürgünler çıkmaya başlayacak. Yavaş yavaş yeşillenme başlayacak” açıklamasını yapıyor. 

Kördikenin sekiz türü endemik

Ünal Akkemik’in bölgeye özgür türlere verdiği örneklerden biri de “cehri”. Halk arasında “kördiken” olarak biliniyor. Bu çalının önemi, insanlardan ziyade, yaban hayatı için büyük. Yabandaki hayvanlara önemli bir besin kaynağı yaratıyor. 

“Her çalının ekosistemde bir yeri ve besin değeri var” diyen Akkemik, Türkiye’de 22 cehri türü olduğunu, sekiz tanesinin bölgede yer aldığını ve yedisinin endemik kabul edildiğini aktarıyor. Akkemik, “Cehri türleri yok olmamıştır ancak yaşam alanları büyük zarar gördü. Bunun gibi çok bitki var” diyor. 

Ölmez ağaç” zeytin öldü mü?

Yangınların tehdit ettiği bir ürün daha var ki o da Türkiye’yi her yıl küresel üretimde ilk dörde sokan zeytin. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 2020 yılında zeytin üretimi 1,32 milyon tondu. 2017’de 2 milyonun üzerinde olan bu sayı, yıllar içerisinde önce 1,5 milyona, daha sonra 1,3 milyon seviyesine geriledi. 

Milas Kaymakamlığı, Türkiye’nin tane zeytin üretiminin yüzde 10’unun Milas’taki üretiminden karşılandığını söylüyor. 

Muğla’nın Seydikemer ilçesinde çıkan yangın zeytin bahçelerine ulaşmıştı/ Fotoğraf: AA

Bilhassa yangının vurduğu Ege hattında çok sayıda zeytinlik olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Akkemik, “Zeytin ağaçlarının yetiştiği yerler, deniz seviyesinden 500-600 metreye kadar çıkıyor. Desteklenen de bir ürün olduğu için yerleşim yerlerindeki pek çok alan da zeytinliğe çevrilmişti” ifadelerini kullandı. 

Akkemik’in açıklamasına göre iki tür zeytin var. Bunlardan ilki meyvesi küçük, insanların tüketmediği ama yaban hayatı besleyen “delice”. İkincisi ise delicelerin aşılanmasıyla elde edilen, tükettiğimiz zeytin. İklim değişikliği nedeniyle zeytin ağaçlarının veriminin uzun süredir düşüş yaşadığını hatırlatan Akkemik, “ölmez ağaç” lakaplı zeytin ağacının, yandığı ya da kesildiği yerden sürgün vererek kendini yenileyeceğini belirtiyor. 

Milas’ta yaklaşık 10 milyon zeytinağacı var

Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Mustafa Tan’a göre kaybedilen zeytin ağaçlarının sayısı henüz net değil. 

Bölgedeki etütlerinin devam ettiğini ve sektör temsilcileri ile görüştüklerini söyleyen Tan, araştırma ve bölge ziyaretleri sona erdikten sonra bilançoyu açıklayacaklarını aktardı. 

Ünal Akkemik’in de bahsettiği gibi dağlık bölgelerde delicenin yanı sıra kültür zeytinin de olduğunu hatırlatan Dr. Mustafa Tan, Türkiye’de yaklaşık 175 milyon zeytin ağacı olduğunu, bunun da tahmini 10 milyonunun Milas’ta yer aldığını aktardı. Ancak Milas zeytinlikleri genelde ormanlarda değil, düzlüklerde. 

Üretici sakın ‘kurudu’ diye ağacını kesmesin, 6-7 aya sürgün verecek

Mustafa Tan da hemen yeni zeytin ağacı dikmek yerine öncelikle kendi haline bırakıp gözlemleme taraftarı. 

“Üzüntümüz tabii ki çok büyük. Ancak insanlar hemen panik yapmasınlar. Zeytin ağacı kolay kolay ölmüyor” diyen UZZK Başkanı, şöyle devam ediyor: “Zeytin ağacı iki şekilde yanar: Ateşle ve soğukla. Yanılmıyorsam 1987 yılıydı. Ezine’de şiddetli bir don oldu. Ağaçların üst tarafları ateş dağlamış gibi sapsarıydı. Ana dallarda, gövdede çatlaklar oldu. Bunlar bir müddet sonra yağmurlarla patlamaya başladı. Zeytin ağaçlarında “uyur gözler” dediğimiz gözler var. Öldü dediğiniz yerlerde sürgünler çıkmaya başlıyor. Bir kere en az 6-7 ay beklenmesi lazım. Bir sezon geçirmekte fayda var.

Tabii yanığın derecesi de önemli. Yanık birinci dallardaysa, yani dalcıklardaysa o zaman çabuk topluyor. Ana dallarda ise bu süre uzuyor. Gövdeye kadar gelmişse daha da geç oluyor ama kolay kolay ölmüyor. Zeytin ağacı köküne kadar yansa bile kökünden bir yerden patlar. Eğer delice çıkarsa ona aşı yapılır. Kökten itibaren yabanisi değil, ehlileştirilmişi dikilmişse zaten o kökten itibaren yeşerir. Sakın ola ki üreticiler, ağaçlarımız kurudu diye kökten kesmesin. Panik havası oluşturup yanlış yönlendirilmemeli. Yeni sürgünlerin çıktığını görene kadar beklemek lazım.”

Yeniden meyve vermesi 3-4 yılı bulur 

Zeytin ağaçlarının yeniden zeytin vermesinin 3-4 yılı bulacağını aktaran Mustafa Tan‘a göre bu, üretici için 2 ila 8 yıllık zarar anlamına geliyor. Tan, bu zararın devlet tarafından karşılanması, hâlihazırda borcu olan üreticinin borçlarının ertelenmesi gerektiğini söylüyor. 

Ağaç başı 10 lira destekten daha fazlası lazım

Yunan adalarında daha önce çıkan yangınlar sonrası Avrupa Birliği’nin ilave önlemler aldığını söyleyen UZZK Başkanı, mevcut durumda Türkiye’de dekar başına verilen desteğin 100 lira olduğunu hatırlatıyor. 

Fidan dikimi, rehabilitasyon, sadece budama için verilen yardım, bazı destek çeşitleri arasında. 

Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Mustafa Tan

Mustafa Tan’ın destekler konusunda yaptığı açıklamalardan biri de “az kayrılmış alanlar” ile ilgili. İngilizcede “least favorite area” ismini alan bu bölgeler, genelde rakımı yüksek yerler. 

“Daha az kayrılmış alanlarda yaşayan üretici, daha düz yerlerdeki yetiştiricilerle rekabet edemiyor. Bayır yerlerde üretim maliyetleri daha yüksek” diyen Dr. Tan, şöyle devam etti: “Bu farkı ortadan kaldırmak için bu alanlara daha fazla yardım yapılsın’ demiştik. Bakanlık kabul etmişti bundan altı yıl önce. Bugün daha çok desteğe ihtiyaçlar var. Gençleştirme budaması yapanlar, dekarda 100 lira aldılar. Yaklaşık ağaç başı 10 lira civarında. Bu yeterli değil. Yurt dışında daha fazla.
Avrupa Birliği’nde zeytinyağına 1 kilograma 1 euro yardım yapılırken Türkiye’de 80 kuruş. Mesela bu miktar artırılmalı.” 

İmara ve madene açılmaması için takip edeceğiz

Bölgenin yeniden yapılandırılması için bakanlıklarla irtibatta olacaklarını aktaran Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Kurucusu, bazı endişelerin olduğunu da vurguluyor. 

Tan, “Zeytin Kanunu mecliste 5-6 defa değiştirilmek istendi. Zeytinlik vasıflı olup, yangından zarar görünce vasfını kaybeden yerlerin imara ya da maden aramalarına açılmaması için takip edeceğiz” dedi. 

Zeytinin yapraklarında kibritin ham maddesi var

Sosyal medyada dolaşan “çam yerine zeytin, badem dikelim” iddialarına karşı çıkan Mustafa Tan, zeytinin her şeyden önce bir orman değil tarım bitkisi olduğunu hatırlatıyor. 

“‘Çam kozalakları 100-150 metre öteye sıçrayıp yangını büyütebiliyor. Zeytin ağacı dikelim’ algısı var” diyen UZZK Başkanı şu hatırlatmayı yapıyor: “Zeytinin yapraklarında kibritin ham maddesi potasyum var. O da yanıcı. Sadece pürçekleri (saçakları) olmadığı için yayılma anlamında çam kadar değil.”

10 milyon insanın doğrudan ya da dolaylı geçim kaynağı

Mustafa Tan’ın Independent ile paylaştığı verilere göre, Türkiye’de her yıl ortalama 200 bin tona yakın zeytinyağı üretiliyor. 600 bin aile zeytincilikle geçinirken, yaklaşık 10 milyon insanın da doğrudan veya dolaylı gelir kaynağı.

Yangından etkilenen Muğla Turgut köyünün mart ayındaki hâli… Fotoğraf: Ümit Bektaş/Reuters

Üreten ve hasat edenler dışında, dolumcular, tenekeciler, ambalajcılar, üretmese bile alım-satımını yapanlar da bu sektörde pay sahibi. Zeytinyağının mevcuttaki ihraç fiyatının litre başına 3 euro olduğunu söyleyen Mustafa Tan, zeytinyağı sektörünün 6 milyar lira, sofralık zeytin üretiminin 13,5 milyar liraya kadar çıktığını ifade ediyor. 

Dr. Mustafa Tan, yangında darbe alan zeytincilik için “O bölgede ciddi bir sosyokültürel öge. Toprağa bağlayan çok önemli bir unsur. Bilinmeyen bir fabrika” ifadelerini kullanıyor. 

Independent

Ekoloji Birliği
Ekoloji Birliği; yaşama yönelik artan tehditlere karşı, yurt genelinde faaliyet gösteren bir çok ekoloji örgütünün bir araya gelmesi ile 2018 yılında oluşmuştur.
https://ekolojibirligi.org

“Ağaç mı dikelim, kendi haline mi bırakalım?” tartışamalarının ötesi: Biz yangında gerçekten ne kaybettik?” hakkında bir düşünce

  1. Tartışmalarda küresel ısınma ve iklim değişiminin sürmesi, etkilerinin artışı, yangınların toprak özellikleri ve biyotasına etkileri, erozyon ve çölleşmenin hızlanması gibi ekolojik değişimlerin gündeme gelmesini bekledimse de heyhat…

Bir cevap yazın

Top