Buradasınız
Ana Sayfa > Bilim > Nikel bileşimlerinin kesinlikle kanser yapıcı etkisi olduğu saptandı | Metin Sert

Nikel bileşimlerinin kesinlikle kanser yapıcı etkisi olduğu saptandı | Metin Sert

Turgutlu halkının vahşi madenciliğe karşı verdiği yaşam mücadelesi sürecinde, Çaldağı’na kurulmak istenen nikel madenciliği projesine ilişkin bugüne kadar sadece sülfürik asitle madencilik yapmanın nasıl bir facia ve çevre felaketi yaratacağı konusu hep gündemdeki konu oldu. Ancak konuyu yalnızca bu boyutu ile görmek, gerçekten de ne kadar büyük bir facia ile yüzyüze kalınacağının anlaşılabilmesi açısından eksik ve yetersiz kalır. Bu nedenle, bugüne dek pek sıklıkla ve genel hatları ile gündeme gelemeyen, ama facianın sanıldığından daha da korkunç olacağının idrak edilebilmesi açısından çok anlamlı bir ayrıntıyı masaya yatırmak gerekir.

Bu gereklilikten öte bir zorunluluk da. Çünkü bu madencilik projesi ile ilgili detaylı bilgiye sahip olunamaması durumunda madene karşı duruş ifade ederken, bu nedenle farklı bir ifade tarzı da söz konusu olabiliyor. Örneğin; “Madenin çıkarılmasına karşı değilim, sadece toprağımızda sülfürik asit kullanılmasını istemiyorum. Çıkarsınlar alsınlar nikeli, ama başka yerde sülfürik asit işleminden geçirsinler” gibi, bilinçsizce bir ifade de oluştu kimi yerlerde. Bu yönü ile bu söylem, madene karşı kesin ve kararlı bir duruş ifade etmiyor, eksik ve yetersiz kalıyor. Çünkü sadece işin “metalurji” kısmına karşı çıkış var. Dolayısıyla, bu duruşun bir anlam ifade edemeyeceğini, madene her açıdan ve her yönüyle neden karşı çıkılması gerektiğini bir başka açıdan, nikel cevherinin sahip olduğu, pek bilinmeyen (aslında bilinmesi istenmeyen) bir özelliğini de aktararak Çaldağı madencilik projesinin neden “vahşi madencilik” olduğunu somut olarak ortaya koymak gerekiyor. Çünkü; nikel ve nikel bileşimlerinin insan sağlığı için kanserojen etkisine sahip olduğu kesin olarak saptanmış bir bilimsel gerçekliktir!

Bilge Afrikalı’nın güneşten de aydınlık sözleri

“Yeni Madencilik Yasası”nın yarattığı manzara içinde, yeraltı zenginliklerimiz olarak da tanımladığımız madenlerimizin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Memleket ise zaten karanlıklar içinde. Bu karanlığa inat, sözlerime ise rengi gecelerden bile daha kara bir adamın, Afrikalı bir zencinin sözleri ile başlamak istiyorum. Onu bu kadar özel kılan ise, sözlerindeki aydınlık. Bir televizyon programında, dünyanın en büyük kıtalarından Afrika’nın nasıl sömürgeleştirildiğini dinlemiştim ondan. Kimi zaman yakın dostlarımca bir “söz ustası” diye tanımlansam da, kelimeleri onun gibi büyük ve derin anlamlarıyla kullanamayacağım, 3 kamyon dolusu kitap da okusam, koca Afrika’nın o büyük gerçeğini onun gibi sadece 3 cümlede anlatabilmeyi başaramayacağım için, hafızamda onu hep “bilge Afrikalı” olarak yaşatıyorum. Her şeyi, Afrika’nın o büyük gerçeğini sadece 3 cümlede özetleyivermişti çünkü.

Aynen şöyle diyor o rengi gecelerden bile daha kara, ama sözleri güneşten bile daha aydınlık ve parlak olan bilge Afrikalı: “Beyazlar Afrika’ya geldikleri zaman bizim kocaman topraklarımız, onların da küçücük İncil’leri vardı ellerinde. Bize önce İncil’i tanıtıp, ardından da gözlerimizi kapatarak dua etmesini öğrettiler. Gözlerimizi açtığımız zaman bir de gördük ki; onların artık toprakları vardı, bizimse sadece o İncil’ler kalmıştı ellerimizde…”

O bilge Afrikalı bugün yaşamıyor. Ama eğer yaşasaydı, eminim ki söylediği bu bilgece cümleye ekleyecek yine bilgece 2 cümle daha kurardı. Çünkü onun Afrika’sında bugün açlık var! Onun Afrikası’nda bugün çocuklar, o kara gözlü çocuklar açlıktan ölüyor!

Açlık, ölüm ve yaşam: Doğada birbirine zıt 3 büyük gerçeklik… Ama bizler, o günkü siyah-beyaz versiyonu ile sahneye konulan bu senaryonun aynısının bugün de teknolojinin imkanları sayesinde rengarenk bir versiyonla sahnelenmeye devam ettiğinin farkında ve bilincindeyiz…

Nikel madenciliği projesi neden bizim gibi ülkelere kaydırılıyor?

Ulaştığımız bilgi ve belgeler, Turgutlu’nun durumunun Bergama’dan da, Kışladağ’dan da daha vahim olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü, doğa siyanürün etkisini ancak 100-150 yıl sonra kaybedebiliyor ama sülfürik asitin etkisi kaybolmuyor. Sülfürik asit, bir canlı olan topraktaki mineralleri de yakıp yok ettiği için, toprağın bağışıklık sistemi de kalmıyor. Böylece daha tehlikeli bir diğer öldürücü kimyasal olan, ama doğada uyur vaziyette bulunan arseniki de tetikleyerek harekete geçmesini sağladığından, toprak bir daha geri gelmesi imkansız şekilde çölleşme süreci ile yüzyüze kalıyor.

Ama buna bir de nikel ve nikel bileşimlerinin çevre ve insan için zararlı etkilerini eklersek, Çaldağı’ndaki madencilik projesinin “madencilik” değil, “Gediz vadisi cinayeti” olarak adlandırılması gerekecek. Çünkü; nikel tozları ve nikel bileşimlerinin toksit ve kanserojen etkisi nedeniyle, bir bebek daha anne karnındayken bile etkilenerek, kanser ve diğer sağlık sorunlarına maruz kalabiliyor!

ABD’nin “İnsan Sağlığı ve Hizmetleri Dairesi Halk Sağlığı Servisi-Toksit Maddeler Hastalık Kayıt Merkezi” tarafından nikel ile ilgili yapılan araştırma sonuçları 2005 yılında yayımlanan “Halk Sağlığı Bildirisi” ile insanları bekleyen korkunç tehdidi ortaya koyuyor. Amerika Çevre Koruma Dairesi’nin talebi ile hazırlanan bu raporda, nikele maruz kalmanın kanser riski taşıdığı vurgulanıyor. Bu gerçek, aynı zamanda gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde neden bu tip bir nikel madenciliği yapılmadığı, bu tür projelerin bizim gibi geri kalmış veya “3. Dünya Ülkesi” gibi görülen ülkelere neden kaydırıldığını da somut bir şekilde açıklayıcı özelliktedir.

Çaldağı’ndaki maden işletmesine karşı çevreci bir mücadele veren ve tüm Gediz Havzası’nda yaşanabilecek büyük bir çevresel felaketi önlemek için vahşi madenciliğe karşı bir meşale yakan Turgutlu Çevre Platformu’nun, (TURÇEP) bir slogan haline getirdiği söylemi var: “Şimdi Yaşam Hakkını Savunma Zamanı.” Yaşam derken, hem doğadaki yaşam, hem de insanın yaşamı kastediliyor elbette. Bu konuda öznemiz doğadaki en değerli canlı varlık olan insan olduğuna göre, tabii ki yaşam hakkı derken “insanca yaşam hakkı” söz konusu. Ama görüldüğü gibi, insanca yaşama hakkı, artık bizim gerçeğimizde sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşama hakkını da içeriyor…

Dediğimiz gibi. madenlerimizin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Ama bu kara bulutların yöremiz için taşıdığı daha ürkütücü, daha korkutucu bir anlamı da var. Yöremizdeki kara bulutlar; asit sisi demek. Çaldağı’ndaki madencilik faaliyeti için kullanılacak, 20 tonluk tankerlere doldurulup da konvoy yapıldığında, İzmir körfezinden başlayıp Çin denizi körfezine kadar uzayan bir konvoy oluşturan, topraklarımızın üzerinden geçirilecek 18 milyon ton sülfürik asitin neden olacağı asit buharı demek. Eşme’den Çeşme’ye kadar geniş bir alana rüzgârlarla dağılarak, zamanla asit yağmuruna da dönüşerek dünyanın en cennet bölgelerinden Gediz Havzası’nı çöle çevirebilecek bulutlar…

Okumak için tıklayınız: Çaldağı sorunu ve perde arkası gerçekler

Ama dünyada ilk defa Turgutlu Çaldağı’nda uygulanmaya çalışılan bu madencilik yöntemi nedeniyle yöremizi tehdit eden bulutlar sadece asit sisi ya da asit buharı olmayacak. Bu diğer buluta şimdilik “toz bulutu” diyelim. Ancak; Gediz Havzası’nı çöle çevirecek asit bulutları yanı sıra, insanları da kanser hastalığı ile buluşturacak toz bulutu anlamını taşıyacak bir olay bu!

Nikel cevheri nasıl çıkarılacak?

Bugüne dek Çaldağı’ndaki maden işletmesi süresinde kullanılacak 18 milyon ton sülfürik asit dolayısıyla nasıl bir çevresel felaketin yaşanabileceği pek çok açıdan ve bir çok kez ele alındı. Dolayısıyla zaman zaman “Nikel mi istiyorlar, alsınlar götürsünler, başka yerlerde yapsınlar, bizim topraklarımız üzerinde yeter ki sülfürik asit kullanılmasın” gibi bir düşünce şekli bir çözümmüş gibi akıllara gelebilir, hatta dile getiriliyor da. Ama Çaldağı’nda uygulanacak olan bu madencilik yöntemi, “verelim de kurtulalım” ya da “ver-kurtul” anlayışının ne kadar sakat ve yanlış bir tutum ve mantık olduğunu da ortaya çıkaracak kadar ciddi bir tehdit içeriyor. Sülfürik asit kullanımı engellense bile, tehlikenin tam anlamıyla atlatılacağını söyleyebilmek mümkün değil. Çünkü bu yaklaşım sadece işin metalürji kısmının, kimyasal madenciliğin yapılmaması anlamını taşıyor.

Peki Çaldağı’nda başka neler olacak? Bunu net bir şekilde görebilmek için de ortaya doğru bir resmin koyulabilmesi gerekiyor.

Hepimizin bildiği gibi, maden denilen şey; bizzat doğanın kendisi tarafından yapılan, doğa tarafından üretilen bir cevherdir. Dolayısıyla bunun hangi şekilde ve nerelerde, hangi cevher olarak oluşacağını yine doğanın kendisi belirliyor. Doğa, yöremizde nikel cevherine karar vermiş. Maden rezervi denilen şeyin yerin altında kasalarla veya konserve kutuları içine konulmuş bir şekilde stok halinde bulunacağını düşünemeyiz elbette. Dolayısıyla bu cevherin kasalarla stoklanmış bir halde toplanarak kamyonlara yüklenip de nakledilmesi söz konusu değil. Hele nikel denilen bu cevherin bir özelliğinin de kayaların içinde ve kayanın kendisi ile bütünleşmiş bir halde olduğunu da biliyorsak, bu alıp-götürme işinin bile başlı başına bir başka korkunç tehdit olduğunu da anlayabiliriz.

Çünkü yapılacak iş; Çaldağı’nın oyulması, ufalanması, kazılması, kayaların patlatılarak parçalanması demek. İçinde nikel bileşimleri bulunan kayaların parçalanıp liç havuzlarına serilecek halde kırılarak, parçalanarak, daha küçük parçalar haline getirilmesi demek. İşte bu işlemler sırasında o sözünü ettiğimiz korkunç toz bulutundan da söz etmek gerekiyor. Bu toz bulutu da iş makinelerinin, madende çalışan kamyonların neden olduğu çeşitten bir toz değil, bu kayaların parçalanıp, Çaldağı’nın oyulması sırasında oluşacak toz bulutu. Peki bu tozun anlamı nedir?

Tozun anlamı üzerine

Hepimiz de taş ocakları, yol yapımları ve dolayısıyla tozlu yollar görmüşüzdür. Ama burada önemli bir fark var: Nikel madeni bunlarla kıyaslanamayacak kadar büyük bir işletme olarak tanımlanıyor. Açık bir nikel maden işletmesi için ise çok geniş alanlara ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. Böylesi bir açık nikel maden işletmesinin ne kadar geniş bir alana yayılabileceğini kesin olarak söyleyebilmek de zor. Çünkü böyle bir işletme şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde uygulanmadığından, ilk kez Çaldağı’nda uygulanacağından bir kıyaslama yapabilme olanağı da yok. Ancak düşünemeyeceğimiz kadar büyüklükte olabileceğini söylemek durumundayız. Dolayısıyla başka işletmelerle kıyaslanamayacak büyüklükte olduğunu düşünebileceğimiz açık nikel madeni işletmesinde yapılacak bu çalışmalar sırasında oluşacak toz bulutunun ne denli büyük kapasitede olabileceğini de hayal gücümüzü zorlayarak hesaplayabiliriz.

Bir de bu çalışmaların Çaldağı’nda, ya da yüzde 45 eğimli bir arazi yapısı üzerine tesis edilen bir işletmede yapıldığını da göz önünde bulundurursak, bu toz bulutunun rüzgârla tüm Manisa ovasına yayılabileceğini anlamak hiç de zor olmaz. Meteoroloji verilerine göre yöremizde hakim olan rüzgârlar kuzey rüzgârlarıdır, özellikle Haziran ve Ağustos ayları arasında ortalama 73 defa kuzeyden güneye kuvvetli rüzgârlar esmektedir. Haziran ve Ağustos ayları şunun için önemli: Yılın en rüzgârsız mevsimidir çünkü yaz mevsimi. Ama zirveler her zaman biraz rüzgârlıdır. Dolayısıyla yılın rüzgârsız mevsimi olan yaz aylarında bile Çaldağı’nın tepesinde kuzeyden güneye doğru esen rüzgârlar var olabiliyorsa, bunun anlamı bu toz bulutunun bu rüzgârlarla yüzde 45 eğimli bir arazi yapısından tüm ovaya yayılarak dağıtılması demektir. Maden sahası orman ve tarım arazileri içinde ve yerleşim alanlarına da çok yakın. Bu da demektir ki, bu toz bulutu yüzde 45 eğimli bir araziden sadece tarım alanlarına, ovaya değil, yerleşim alanlarına da dağılacaktır.

Peki bu toz bulutunu neden bu kadar ciddiye alıp önemsememiz gerekiyor? Çünkü bu toz içinde nikel tozları da olacaktır. Özelliğinin kaya yapısı ile bütünleşmiş olması dolayısıyla, büyük kaya kütlelerinin patlatılarak, kırılarak, parçalanarak ve kazarak cevherin çıkarılacağı açık nikel ocak işletmesinde böyle bir çalışma sırasında oluşacak toz içinde doğal olarak nikel tozlarının olması da kaçınılmaz.

Ne tür bir çalışma yapılması söz konusu?

Bu konuyu bir de yapılacak çalışma hakkında verilen teknik bilgiler ile açıklayalım: Tamamen açık bir maden işletmesi olarak sürdürülecek bu çalışmalarda, ÇED raporunda maden işletme süresi olarak belirtilen 25 yıl boyunca, günde 8000 ton civarında nikel cevheri, her gün açık ocak işletmesinde delerek, patlatarak, kazarak çıkartılacak. Bu ise saatte 333 ton ediyor. 25 yıl boyunca, yaklaşık her gün, 24 saat boyunca ve her 3 dakikada bir 15 tonluk bir kamyon dolusu cevher madenden tesise gönderilecek. Tesiste bu kadar büyük miktarda cevher, devamlı olarak kırılarak, elenerek yığın liçi işlemine uygun hale getirilecek. Aynı zamanda bu 25 yıl boyunca açık ocak maden işletmesinden çıkarılacak yaklaşık 100 milyon metreküp, içinde hala nikel olan ama ekonomik olmayan kaya da yaklaşık 1600 dönüm sahaya depo edilecek. Bu depolama alanı; yaklaşık olarak eni boyu 1 kilometreden, yüksekliği de 50 metreden uzun bir tepeye eşdeğerde. Böyle bir tepeyi yaratmak için yaklaşık olarak her gün, 24 saat boyunca, dakikada bir 15 tonluk kamyon dolusundan fazla kayanın madenden depolama sahasına gönderilmesi söz konusu.

Bütün bu işlemler sırasında ortaya çıkabilecek toz miktarını da madencilikle hiç ilgisi olmayanların bile tahmin edebilmesi zor değil. Ve bu toz bulutu içinde ham nikel tozlarının olacağını tahmin edebilmek de hiç zor değil…

Bu toz ne olacak?

Maden şirketi yetkilileri, bu tozun su ile bastırılacağını söylüyor. Buna “taşıma suyla değirmen döndürmek” derler. Diyelim ki, tozun bir kısmı suda toplandı. Peki, bu sudaki nikel nereye gidecek? Bu suyun bir kısmının yeraltı ve yer üstü sularına karışmayacağına kimse garanti veremez. Bilim adamlarının nikelin özellikle asitli ortamlarda seyyar bir halde olduğunu vurguladıklarını da hesaba kattığımızda, yer altı sularına karışacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Ne yapılırsa yapılsın, tozun bir kısmı da havaya karışacak, hava akımı ve rüzgârla çevreye dağılacak. Bu nikel tozlarının bir kısmı da çeşitli şekillerde doğa ile temas halindeki insan vücuduna girebilir. Girmeyeceğini söyleyebilmek bilim insanlarına göre imkânsız. İnsan vücudunun günde tolere edebileceği nikel miktarının bir toz zerresinden bile daha küçük olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla, böyle bir maden işletmesinin çevre ve insan sağlığı açısından yayacağı zararları tahmin etmek hiç de zor değil.

Buraya kadar anlattıklarımızda, dikkat çekeceği gibi, henüz sülfürik asitten söz edilmedi bile. Çünkü bütün bu yapılanlar çalışmanın daha ilk aşaması. Yani içinde nikel cevheri bulunan kaya veya toprak kütlelerinin yığın liçi haline getirilip asitten geçirilmesi için bulamaç halinde liç havuzlarına serilecek duruma dönüştürülmesinden çok önce yapılan işlemler bunlar. Konuyu bu kadar detayları ile inceleme ihtiyacının duyulması ise, “nikel tozları ve bileşimlerinin kanser yapıcı etkileri” olduğunun bilinmesi nedeniyle. İşte tehlikenin bir başka boyutu da burada yatıyor. Dolayısıyla yapılacak bu işlemler sırasında havaya, toprağa ve suya karışacak nikel tozları nedeniyle insanları bekleyen “kanser riski”nin ne denli ciddi bir tehdit olacağı dikkatleri çekiyor.

İŞTE GERÇEKLER: Ham nikelin kanser yapıcı etkileri

Bugüne kadar sülfürik asitle nikel madeni çıkarmanın nasıl büyük bir çevre felaketi yaratacağı bir çok kez konuşuldu, bir çok yönüyle ortaya konuldu. Ama nikel ve nikel bileşimlerinin insan sağlığı için kanserojen etkisine sahip olduğu konusu da hesaba katıldığında, Çaldağı’nda uygulanacak bu madencilik faaliyetinin taşıdığı tehdidin boyutunun ne denli büyük olduğu daha net ve anlaşılır hale geliyor. İşte pek çok panelde nikel madenciliği ve madencilikte sülfürik asit kullanımının yaratacağı çevre felaketinin ne denli korkunç olacağından söz edilirken, Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa’nın “nikel madenciliğinin insan sağlığına zararlı etkileri” üzerine konuşmalar yapmasının nedeni, bu konudaki hassasiyeti, gösterdiği çabalar ve konu ile alakası buradadır.

Bugün özellikle gelişmiş ülkelerde bu tip nikel madenciliğinin yapılmaması ve bu tür madenciliğin bizim gibi az gelişmiş ve üçüncü dünya ülkeleri diye tanımlanan ülkelerde yapılmaya çalışılmasının nedeni de budur. Ayrıca ABD’nin “İnsan Sağlığı ve Hizmetleri Dairesi Halk Sağlığı Servisi-Toksit Maddeler Hastalık Kayıt Merkezi” tarafından 2005 yılında yayımlanan Halk Sağlığı Bildirisi de, bu tip nikel madenciliği dolayısıyla insanları bekleyen korkunç tehlikeyi ortaya koyuyor. Amerika Çevre Koruma Dairesi’nin talebiyle hazırlanan raporda, “insanlarda nikele maruz kalmanın kanser riski taşıdığı” vurgulanıyor.

Az önce açıklamaya çalıştığımız, içinde nikel bileşimi ve ham nikel tozlarının da yer aldığı bu tozların havaya, toprağa ve suya karışmayacağını hiç kimse garanti edemiyor, ama kesinlikle karışacağı belirtiliyor. Dolayısıyla böyle bir ortamda her durumda nikele maruz kalmak mümkün. Havaya karıştığı için solunum yoluyla, toprağa karıştığı için besin yoluyla nikele maruz kalınabiliyor. En korkuncu ise nikel tozlarının yer altı sularına da karışacak olması. Çeşmemizden içme suyu kullanmasak, marketten içme suyu alsak bile, banyoda duş alırken de nikele maruz kalınabiliyor. Ya da çiftçinin arazisini suladığı ürünlerden beslenme yoluyla da nikele maruz kalınmış olunacak. Amerika’da 2005 yılında yayınlanan “Halk Sağlığı Bildirisi”nde çocuklarda ise nikele maruz kalmanın henüz anne karnındayken veya emzirme sırasında anne sütünden de olabildiği ortaya konuluyor.

Milletlerarası Kanser Araştırma Örgütü (IARC), Avrupa’da bulunan çok saygı değer bir milletlerarası bilim kuruluşudur. Bu kuruluş sülfürik asit dumanlarının insanlarda kanser yaptığı kararına varmıştır. Bu karar sülfürik asit dumanlarına çeşitli endüstrilerde maruz kalmış işçilerle ilgili araştırmalar sonucunda verilmiştir. Sülfürik asitle ilgili işler yapan işçilerde akciğer ve burun kanserlerinin arttığı görülmüştür. Springer Berlin tarafından Heidelberg‘de yayınlanan İş ve Çevre Sağlığı Dergisi‘nde 1988 yılında bile sülfürik asit fabrikalarında çalışan işçilerde görülen kanser hastalıkları ve ölümleri konusunda yazılar yazılmaktaydı.

İşte 2005 yılında ABD’de yayımlanan “Halk Sağlığı Bildirisi“ndan kısa ve özet bir bölüm:

ABD’nin “İnsan Sağlığı ve Hizmetleri Dairesi Halk Sağlığı Servisi-Toksit Maddeler Hastalık Kayıt Merkezi” tarafından 2005 yılında yayımlanan “Halk Sağlığı Bildirisi”nde nikel tozu ve nikel bileşimlerine maruz kalan insanları bekleyen tehlikelerin neler olduğu konusunda şu bilgiler yer alıyor:

“Bu ‘Halk Sağlığı Bildirisi’ nikel ve nikele maruz kalma konusunda bilgi vermek için hazırlanmıştır. Amerika Çevre Koruma Dairesi, Amerika’daki en ciddi şekilde tehlikeli atık sahalarını belirleyen bir araştırma yapmıştır. Bu sahalar öncelikli toksik sahalar listesine konmuştur. Güncel ve geçmişteki toksik 1662 sahanın en az 882’sinde nikel bulunmuştur.

Nikelin toksik yaptığı sahaların gerçek sayısı bilinmemekle beraber, gelecekte incelenecek sahalarda bu sayının artacağı ihtimali vardır.

Bu bilgi çok önemlidir. Çünkü bu sahalar sizin gelecekte nikele maruz kalmanızın sebebi olabilir. Nikel, atmosfere nikel madeninin çıkarılması, zenginleştirilmesi veya kullanılması sırasında bu işleri yapan endüstriler tarafından salınmaktadır. Bu endüstriler tarafından nikel bazen toz şeklinde havaya ve toprağa, bazen de atık su, yerüstü ve yeraltı sularına karışmaktadır.

NİKEL ÇEVREYE GİRİNCE NE OLUR?
Çevreye giren nikelin çoğu toprağa bağlanır. Asitli şartlarda (Çaldağı projesi gibi), nikel daha seyyardır ve kolaylıkla yer altı sularına da sızar.

NİKELE NASIL MARUZ KALIRIZ?
— Nefes alırken, bir şey yer veya içerken nikel veya nikel bileşimlerine maruz kalabilirsiniz.
— Toprakla deri teması, banyo veya duş alırken,
— Doğmamış çocuklar anne karnında iken ve anne kanından,
— Küçük çocuklar anne sütünden nikel ve nikel bileşimlerine maruz kalabilirler.

Biz çoğunlukla nikelin hangi formuna maruz kaldığımızı bilemeyiz. Amerika’da şehirlerde ve köylerde avaraj nikel konsantrasyonu 7 ile 12 nanogram arasında değişir. Buna rağmen eğer Amerika’da nikel process eden endüstrilere yakın yaşıyorsanız, bundan daha fazla nikel konsantrasyonuna maruz kalabilirsiniz. Amerika’da nikel madenciliği yapılan yerlerdeki içme sularında, şehirdekilerden 10 misli kadar daha çok nikel bulunmuştur. Toprak genellikle milyonda 4 ile 8 nikel ihtiva eder. Buna rağmen Amerika’da nikel madeni çıkaran ve işleyen endüstrilere yakın yerlerdeki topraklarda, bunun 1000 misli fazla nikel bulunmuştur.

NİKEL SAĞLIĞIMIZI NASIL ETKİLER?
Nikel proses işletmelerinde, nikel bileşimlerinin tozuna maruz kalanlarda aşağıdaki ciddi rahatsızlıklar görülmüştür:
— Kronik bronşit
— Akciğer yetersizliği
— Akciğer kanseri
— Burun ve sinüs kanserleri

Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’ne bağlı bir kuruluş olan Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (IARC), bazı nikel bileşimlerinin kanserojen (kanser yapıcı) olduğu konusunda kesin karara varmıştır. Aynı kurum, metalik nikelin de büyük bir ihtimalle kanser yapıcı olduğunu bildirmiştir. Bu kararlar, laboratuar hayvanları üzerinde yapılan deneyler ve nikele maruz kalan insanlarda ortaya çıkan hastalıkların tespiti sonucunda verilmiştir.

NİKEL ÇOCUKLARI NASIL ETKİLER?
— Bu kısımda ana karnına düşmeyle 18 yaş arası çocuklar ele alınmıştır.
— Nikelin zararlı etkilerinin yetişkinlerle çocuklar arasında farklı olup olmadığını bilmiyoruz.
— Ana karnındaki çocuklarla ilgili çalışmalarda kesin neticeler alınamadı.
— Ancak laboratuar hayvanları üzerinde yapılan denemeler, yeni doğan yavruların ölüm oranlarının arttığını gösteriyor.

NİKELE MARUZ KALINDIĞINI GÖSTEREN TIBBİ BİR TEST VAR MI?
Evet vardır. Ama maalesef bu testler nikele maruz kalmanın yaratacağı sıhhi zararları kesin olarak önceden tahmin etmemize fayda sağlamıyor.

NİKELİN ÜREMEYE ETKİLERİ NELERDİR?
Laboratuvar hayvanlarına ağız yolu ile nikel verilerek bir çok deneyler yapılmıştır. Bu deneylerden nikelin testislere zarar verebileceği, sperm sayısının azaldığı ve anormalliklerinin çoğaldığı öne sürülebilir. İnsanlar için bunun doğru olmayacağı görüşleri de vardır. Şu anda bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değildir…”

— Raporun İngilizce orijinal metni için link adresi: Nikel Raporu
— Haberin orijinal web sitesine ulaşmak için tıklayınız: Haberin sitesi

Bu madene tümüyle ve her yönden karşı çıkılmalı

Dolayısıyla Çaldağı’ndaki bu madencilik faaliyetinin yaratacağı çevresel tehlikenin boyutlarının ne denli büyük olduğu konunun bu yönüyle daha da net bir şekilde görülebiliyor. Sonuçta bu madencilik faaliyetinin sadece bir bölümüne karşı olmak ya da sadece konuyu sülfürik asit kullanımı açısından sakıncalı görmek gibi bir yanılgıya da düşülmemesi gerekiyor. Yani bu madene sadece bir yönüyle karşı çıkmak, diğer yönlerine ise göz yummak gibi bir aymazlığa düşülmemeli. Bizlere bu madene her yönüyle ve bütünüyle karşı çıkmak ve topraklarımızı vahşi madenciliğe karşı korumaktan başka bir seçenek kalmıyor.

Dünyanın en bereketli 7 tarım havzasından biri olan, bereketi ile efsanelere bile konu olmuş Gediz Havzası’nın vahşi madencilik uygulamalarına karşı böylesi bir çevreci bilinç ve çevresel duyarlılıkla korunması gerektiği ortada. Çünkü Gediz Vadisi çağlardan beri sadece Ege’yi, Türkiye’yi değil, dünyayı bile doyuracak kadar cömertçe bir verimi bizlere armağan ederek yaşamayı hala sürdürüyor.

Atalarımız bu topraklarda yaşadı. Bizler bu topraklarda yaşıyoruz. Çocuklarımız ve torunlarımız da yaşayacaklar. Belki torunlarımızın torunları da. Tabii Çaldağı’ndaki bu maden işletmesi işi bitip de buradan çekip gittikten sonra, Gediz Havzası’nda bir yaşam belirtisi kalırsa eğer! Ya da bizler bu maden işletmesine karşı çıkarak vereceğimiz çevreci mücadele sayesinde torunlarımıza yaşam şansı verebilirsek…

Asıl hazine Gediz Havzası’dır

Yapılan bilimsel araştırmalar yöremizde toprağın üstünün altından çok daha değerli olduğunu kanıtlıyor. Bu “altından çok daha değerli” tanımı, sadece “yerin altı” anlamında değil, bir başka maden olan altından bile daha değerli olduğu anlamına da gelebilir. Yani, hepimizin de anası olan doğa, bizleri böyle bir cennet vadiyi armağan diye sunarak ödüllendirmiş bir bakıma. Dolayısıyla, bizler için asıl hazinenin, dünyanın en cennet 7 tarım harikasından Gediz Havzası olduğunu artık anlamalıyız. Sonuç olarak, böylesi bir cennet vadinin vahşi madencilik anlayışına kurban edilerek, “maden çöplüğü” gibi kullanılıp çöle çevrilmesine her şekilde karşı durmak, Çaldağı’ndaki bu maden işletmesine de her yönüyle karşı çıkmak, bu maden işletmesinin kapatılmasını istemekten başka bir seçeneğimiz olmadığı da ortada.

Ve bilmemiz gereken asıl gerçek de şu: Doğanın bizlere bir armağan diye sunduğu asıl cevher, gerçek hazine Gediz Havzası’dır…


Metin Sert
1959 yılında Manisa’nın Turgutlu ilçesinde dünyaya geldi. Çevre sorunları ve ekoloji mücadelesi ile ilgisi 1997 yılında Leylek Çayı‘nın akibeti ve bazı çocuk ölümlerini araştırarak başladı. Bugün başta Turgutlu Çaldağı’ndaki nikel madenciliği ve diğer çevresel tehditlere karşı mücadele yürüten TURÇEP YK üyeliği görevini sürdürmektedir. Ayrıca EGEÇEP ve Ekoloji Birliği'nde de YK üyeliği görevlerinde bulundu.
https://ekolojibirligi.org

Bir cevap yazın

Top