Buradasınız
Ana Sayfa > Ekoloji > Manisa ve Gediz Havzası ekoloji raporu | Metin Sert

Manisa ve Gediz Havzası ekoloji raporu | Metin Sert

Asıl zenginliğimiz Gediz Havzası’dır

Coğrafya biliminin tarımsal değeri ve ekolojik özellikleri bakımından dünyada “cennet” diye tanımladığı 7 tarım harikasından birisi Gediz Havzası’dır. Ama 7 harika içinde yer alması 7nci sırada olduğu anlamına gelmiyor. 50.000 km² nin çok üzerinde yüzölçümü ile diğerleri arasında en büyük alana sahip. Gediz Havzası; her biri altın kadar değerli ürün olarak “Ege’nin beşibirliği” diye adlandırılan üzüm, zeytin, incir, pamuk ve tütünün de vatanıdır. Üzerinde 4 mevsim boyunca sürekli olarak tarım yapılabilen, bütün bu özellikleriyle dünyada benzeri olmayan bir havzadır. Bir de her türlü ürünün yetiştiği, tarımsal olarak ülke ekonomisine en büyük geliri sağlayan ve 1nci sırada gelen Manisa Ovası’nın özellikleri göz önünde bulundurulunca, Gediz Havzası 7 harika içinde ilk sıraya yerleştirilebilir. Özellikle Manisa bölgesi, bu havzanın gözbebeğidir.

Gediz ölmesin, öldürmesin!

Yaşayan en büyük canlının doğanın kendisi olduğu gerçeğinden hareketle, toprağın da canlı olduğunu biliyoruz. Bu nedenle büyüklüğü veya adı ne olursa olsun çay, dere, nehir gibi akarsular da bulundukları bölgeye can veren birer hayat damarıdır.

Dünyanın 7 harikası içinde ilk sıraya yerleştirebileceğimiz bu havzaya adını vermiş olması, Gediz Nehri’nin taşıdığı anlam ve önemi fark etmeye yeterli. Ancak 401 km uzunluğunda, 17.500 km² su toplama havzasına sahip Gediz Nehri bugün can çekişiyor. Nedeni ise, sermaye düzeninin çarpık sanayileşme anlayışı, daima sermayenin çıkarının kollanmasıyla verilen tavizler sonucu sanayi tesislerinin zehirli atıklarının bu nehiri ölümcül derecede kirletmesi. Doğaya da meta gözüyle bakan sermaye, akarsuları ise bulundukları bölgeye can veren birer hayat damarı olarak değil, kirli ve zehirli atıklarını gönderecek fosseptik kanalı gibi görüyor.

1998 yılında Ege Belediyeler Birliği’nin yayımladığı raporda, aynen şu ifadeler yer alıyor: “Sanayi tesislerinin atıkları toprağa, havaya ve suya gelişigüzel verildiğinden ciddi sorunlar yaratmaktadır. Fabrikaların büyük çoğunluğunun ya arıtma tesisleri yoktur ya göstermelik arıtma tesisi kurmuşlar ya da yüksek işletme maliyetleri nedeniyle gerektiği kadar çalıştırılmamaktadır. Sadece Uşak ilinde bulunan 400’den fazla deri fabrikası çok tehlikeli ağır metaller içeren atıklarını yıllardır arıtmadan Gediz Nehri’ne gönderiyor. Manisa ilindeki 57 deri atölyesi, yağ ve sabun fabrikası, Küçük Sanayi Sitesi Gediz Nehri’ni kirletmeye devam etmektedir.”

Gediz Nehri’nde sık sık yaşanan toplu balık ölümleri

Gediz vadisinde “facia” kapıyı çalıyor!

Daha pek çok örnekle, sermaye düzeni ve yarattığı sanayileşme anlayışının doğaya saldırgan, çevre katliamcısı rolünde olduğunu biliyoruz. Sermayenin günümüzdeki saldırganlığı çok vahim boyutlarda ekolojik tahribata dönüşmeye de başladı. Küresel sermayenin dayatması ile şekillendirilen ekonomi politikasına uydurularak belirlenen tarım politikasının da çiftçinin yoksullaştırılması ve köylünün topraksızlaştırılmasına yönelik uygulanması, manzarayı daha da vahim hale getiriyor.

Gediz Nehri’nin durumu ile tehlike çanları çalarken, şimdi de ölüm çanları çalmaya başladı. Gediz Nehri’ni can çekişir hale getiren anlayış, günümüzde ekolojik yaşamın rant kapısı haline dönüştürülmesine kadar uzayınca, dünyanın en bereketli tarım bölgesinin feda edildiği bir manzara oluşuyor. Milyonlarca yurttaşımızın yaşam ve geçim kaynağı durumundaki başta Manisa Ovası olmak üzere Gediz Havzası, sermaye gruplarının çıkarı için siyanür ve sülfürik asite dayalı kimyasal ve vahşi madencilik projelerine, termik santraller, jeotermal ve çarpık sanayileşmeye kurban ediliyor.

— Sadece Turgutlu Çaldağı’nda işletilmek istenen nikel madeni, proje kapsamında kullanacağı 18 milyon ton sülfürik asitle tek başına tüm Gediz vadisini yok edebilecek büyük bir tehdit. Gördes’teki nikel işletmesinin kullanacağı miktarı da hesaba kattığımızda, Manisa ovası başta olmak üzere tüm Gediz Havzası en tehlikeli ve öldürücü kimyasal olan sülfürik asitin 30 milyon tonluk tehdidi altına girmiş olacak.

— Uşak Kışladağ ve İzmir Bergama’da uygulanan siyanürlü altın işletmeciliği, Efemçukuru’nda İzmir’in içme suyunu tehdit eden altın madenciliği, Aydın’da ve Alaşehir’de uygulanmak istenen jeotermal enerji santralleri ve Soma Yırca’da zeytin alanlarının yok edilmesine dayanan termik santral, yarattığı çevresel sorunlar ile içerdiği çevre ve insan sağlığına yönelik diğer tehditler.

— Aliağa’da termik santraller, petrokimya tesisleri, demirçelik fabrikaları, gemi söküm tesisleri, Gaziemir’de nükleer atıklar, Manisa Köprübaşı ve Söke Kisir’deki terk edilmiş uranyum madenleri, Karaburun ve Çeşme’de RES gibi uygulamalar sonucu vahim çevresel sorunlarla kuşatılan İzmir bölgesi, yine Karaburun’daki balık çiftlikleri uygulaması ile denizlerin bile sermaye için feda edildiği bir manzarada sermayenin vahşi saldırganlığı ile çepeçevre kuşatılmış halde.

Yeni ve öldürücü bir tehdit daha: JES!

— Topluma dayatılmak istenen çarpık enerji politikası kapsamında, enerji üretme bahanesi ile tıpkı Aydın gibi kuşatılmak istenen dünyanın en bereketli toprakları olan Manisa ovası, Alaşehir ilçesinden sonra ayrıca bir de son dönemlerde devreye sokulmak istenen JES (Jeotermal Enerji Santralleri) uygulaması ile yeni ve daha öldürücü bir tehdit altına da girdi. Salihli’de de uygulamaya sokulan ve Sarıgöl sınırlarına kadar dayanan JES sorununun da yaşanmaya başlanmasının, mevcut enerji politikasının Ege Bölgesi’nde ve dünyanın 7 tarım harikasından Gediz Havzası’ndaki diğer en önemli sorun örnekleri.

— Bütün bu uygulamalarla birlikte, mevcut tarım politikasının köylünün topraksızlaştırılması, çiftçinin yoksullaştırmasına dönük uygulanması, “acele kamulaştırma”lar ile halkın mülkünün sermaye gruplarına peşkeş çekilmesi uygulamaları “sanayileşmek uğruna tarımın yok edilmesi” veya “tarımı yok eden bir sanayileşme” gibi sakat bir anlayış doğururken, yaratılan ekolojik tahribatı da daha korkunç ve daha vahim boyutlara taşımaktadır.

— Türkiye’nin hem en önemli tarım bölgesi, hem de sanayileşmenin en yoğun olarak geliştiği bölge olması nedeniyle, Ege Bölgesi genelinde yaşanılan çevresel sorunlar ve yaratılan ekolojik tahribatın, sanayileşmenin gelişmesi ve sanayileşme anlayışı ile ilişkisi ortadadır. Sermaye düzeninin yarattığı çevreye saldırgan sanayileşme anlayışı, çevre ve insan sağlığı açısından “özürlü ve çarpık bir sanayileşme” olarak tanımlanmak zorundadır. Tarım alanlarına kadar sokulan sanayileşme verimli tarım alanlarını yok eden yayılmacılık gösterirken, sanayileşmenin tarımı gözetmeyen, yok eden bir saldırganlık içermesi ve yalnızca sermayenin çıkarının kollanması, yaratılan ekolojik tahribatın boyutlarını daha da vahim hale getirmiştir.

— Siyanür ve sülfürik asit kullanımına dayalı kimyasal ve vahşi madencilik uygulamalarıyla adeta kimyasal laboratuara dönüştürülmek istenen bölgede, halkın da bu madencilik uygulamalarına razı olması sağlanıp “gönüllü kobay” haline dönüştürülmek istendiği, vahşi madencilik, jeotermal, termik santral vb uygulamalar uğruna sadece dünyanın en bereketli tarım bölgesinin değil, ortak yaşam alanlarının da tehdit altına sokulduğu görülmektedir.

— Gediz Nehri’ni can çekişir hale getiren yanlışlar ve ihmaller zinciri günümüzde ekolojik yaşamın rant kapısı haline dönüştürülmesine kadar uzayınca, dünyanın en bereketli tarım bölgesinin feda edildiği bir manzara oluşmuştur. Dünyanın en bereketli tarım toprakları günümüzde çarpık sanayileşme ve yerleşimin baskısı altında yok olma tehdidi ile yüzyüze gelmiş durumda. Milyonlarca yurttaşımızın yaşam ve geçim kaynağı olan Gediz vadisi ile birlikte Manisa ovası, bazı sermaye gruplarının çıkarı için kimyasal ve vahşi madencilik projelerine, jeotermal, termik santral ve çarpık sanayileşmeler ile benzer tehditlerin yaratacağı çevre felaketlerine asla feda edilemeyecek kadar değerlidir.

Gediz Havzası tarım amaçlı korunmalıdır!

Tarım, sanayinin düşmanı değildir. Sanayileşmek için tarımın yok edilmesi, tarımdan vaz geçilmesi gibi bir anlayış dünyada benzeri olmayan, sakat bir anlayıştır. Tarım alanlarına karşı yok edici saldırganlık içeren, doğayı tahrip eden, yarattığı aşırı kirlenme ve tahribat ile çevreyi tehdit eden sanayileşme anlayışını ancak “özürlü ve çarpık sanayileşme” olarak tanımlayabiliriz. İnsanı ve halkı yok sayacak derecede sadece sermayenin çıkarını kollayan, halkın mülkünü acele kamulaştırmalarla sermaye gruplarına peşkeş çeken, ekolojik yaşamı rant kapısı haline getiren uygulamaların karşısında durulmalıdır. Çünkü ortak yaşam alanlarımız ve tarım bölgelerinin feda edilmesi sonucunda yaratılan ekolojik yıkım, artık “insanca yaşam hakkı”nı da doğrudan tehdit edici boyutlara varmıştır.

Sonuç olarak; doğanın bir armağan diye sunduğu asıl cevherin, asıl zenginliğimizin Gediz Havzası olduğu artık anlaşılabilmelidir. Gediz Havzası’ndaki verimli tarım alanlarının havza çapında tespiti yapılıp sınırları da belirlenerek, bu bölgeler tarım amaçlı koruma altına alınmalı, siyanür ve sülfürik asitin kullanımına dayalı kimyasal madencilik gibi uygulamalar ile arsenik, metan ve bor’un doğaya salınımını olduğundan daha da tehlikeli hale getirecek olan termik santral ve JES vs. gibi uygulamalara kapalı tutulmalıdır.


Metin Sert
1959 yılında Manisa’nın Turgutlu ilçesinde dünyaya geldi. Çevre sorunları ve ekoloji mücadelesi ile ilgisi 1997 yılında Leylek Çayı‘nın akibeti ve bazı çocuk ölümlerini araştırarak başladı. Bugün başta Turgutlu Çaldağı’ndaki nikel madenciliği ve diğer çevresel tehditlere karşı mücadele yürüten TURÇEP YK üyeliği görevini sürdürmektedir. Ayrıca EGEÇEP ve Ekoloji Birliği'nde de YK üyeliği görevlerinde bulundu.
https://ekolojibirligi.org

Bir cevap yazın

Top