Buradasınız
Ana Sayfa > Bildiriler > Kent ve Çevre Savunucusu avukatlardan “Çevre hukuku” uyarısı

Kent ve Çevre Savunucusu avukatlardan “Çevre hukuku” uyarısı

Türkiye Barolarına kayıtlı kent ve çevre hukuku alanında çalışmalar yürüten avukatlar ile Baroların Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu temsilcilerinin 3. toplantısı 13-14 Temmuz tarihinde Denizli Barosu ev sahipliğinde gerçekleştirildi.

Denizli’de yapılan toplantıda, çevre ve kent savunucusu avukatların geniş bir detayla ve gündemle gerçekleştirdiği görüşmelerde pek çok konu ele alınırken, izlenen ekonomi, çevre ve tarım politikaları ile kentleşme ve imar planlama konuları da ele alınan başlıca konular arasında yer aldı. Avukatların pek çok konuyu ele alıp tartıştıkları bu görüşmede, siyasi iktidarın çevre politikası ve sermaye gruplarının tutumu arasındaki paralel ilişkiye de dikkat çekilerek, siyasi iktidar eliyle çevreye yönelik uygulanan uygulama ve politikalar da eleştirildi.

Konuyla ilgili yapılan açıklamada “Türkiye Barolarına kayıtlı kent ve çevre hukuku alanında çalışmalar yürüten avukatlar ile Baroların Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu temsilcilerinin 3. toplantısı 13-14 Temmuz tarihinde Denizli Barosu ev sahipliğinde epeyce tartışıp kafa yorduk” denilirken, toplantının sonuç bildirgesi de açıklandı. Kent ve Çevre Savunucusu Avukatların toplantı ile ilgili Sonuç Bildirgesi şöyle:

Kent ve Çevre Savunucusu Avukatların Bildirgesi

“Türkiye Barolarına kayıtlı kent ve çevre hukuku alanında çalışmalar yürüten avukatlar ile Baroların Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu temsilcilerinin 3. toplantısı 13-14 Temmuz tarihinde Denizli Barosu ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Bu toplantıda;

Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının yok edildiği, küresel iklim krizinin içinde bulunduğumuz günlerde, her kentin kendi özelinde de büyük ekolojik sorunlar yaşadığı tesbit edilmiştir. Kütahya, Uşak bölgesinde yoğunlaşan madencilik, Denizli ve Aydın’da sanayi atıklarının yanı sıra, yenilenebilir ve temiz enerji diye sunulan jeotermal santraller, tarımsal alanları tamamen yok etmektedir. Bölgede yaşayan, tarımla geçinen halkın ekonomik gücü azalmakta, santrallerin yarattığı hastalıklar ise en çok da kanser vakalarının artışında kendini göstermektedir.

Türkiye’nin zeytin, üzüm ve incir üretim deposu olan Aydın’da bu ürünlerin kalitesi ve niteliği, denetimsiz jeotermal santrallerin verdiği çevresel zararlardan dolayı her geçen gün düşmektedir. Jeotermaller, bulundukları bölgede asit yağmurlarına neden olarak doğrudan tüm canlı yaşamına zarar vermekte, yeraltına tekrar basılmayan artık sularda bulunan ağır metaller suyu ve toprağı kanserojen hale getirmektedir. Bir zamanların tarım alanı olan Büyük Menderes havzasını besleyen nehir, artan kirlilikten dolayı artık bir zehir nehri haline gelmiştir. Kamu kurumları birincil görevleri olan denetim ve izleme faaliyetlerini, büyük sermayenin maden ve enerji alanında yoğunlaşmış şirketlerine karşı yerine getirmemektedir. Daha verimli ve etkin olacak diye devlet tarafından daha önce özelleştirilen sektörlerde, hiçbir denetim mekanizması çalışmamakta, çevresel zararlar kamunun üzerine bırakılırken, kârlar birkaç özel şirketin olmaktadır.

Ekosistem ciddi tehdit altında

Bölgelerin kendi özelliğini göz ardı ederek ve Türkiye topraklarının geleneksel tarım üretiminden koparılarak vahşi madencilik ve enerji sektörüne alan açmanın sonuçları yakıcı olarak kendini göstermektedir. Bu bölgelerdeki bitki ve hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar bize canlılar üzerindeki tahribatın yıkıcılığını anlatmaktadır. Sanayi atıklarına karşı izleme ve kontrol mekanizmalarının çalışmaması, tarım topraklarını, suyumuzu ve havamızı kirletmekte, son aşamada bu kirlilik insan sağlığına ve tüm ekosisteme büyük zararlar vermektedir. Temiz hava ve temiz su tüm canlıların temel ortak ihtiyacı ve doğada parayla alınıp satılabilecek bir meta değilken, bugün temiz suya erişim, ciddi bir hak sorunu olarak karşımızdadır. Suların özelleştirilmesinden vazgeçilmeli, evlerimizde akan suyun içilebilecek nitelikte olması sağlanmalı ve su kaynakları ve çevresi mutlaka korunmalıdır.

Bölgede yoğunlaşan kirliliğe rağmen Kütahya Murat Dağı’nda bulunan ormanlık alana, üstelik 1. Derece deprem bölgesinde bulunmasına rağmen altın-gümüş madenciliği için izin verilmesi hiçbir bilimsel mantıkla açıklanamaz. Maden şirketlerine her türlü kolaylık gösterilirken, sektör temsilcilerinin hâlâ şikayet ederek kendilerine yeni ayrıcalıklar talep etmesi ise bu sektör temsilcilerinin tüm topluma ve yaşama karşı yabancılaştıklarının göstergesidir. Talep ettikleri ayrıcalıklar verilmemelidir. Zeytincilik Kanunu hiçbir şekilde madenciler lehine değiştirilemez. Yaşam alanlarını mahveden madenciliğe karşı Bergama’dan Cerattepe’ye yürütülen yaşamı ve hukuku savunma mücadelesini sürdürme kararlılığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.

Toplum yararına yatırımlar, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları dikkate alan, tüm canlıların geleceğini öncelik kılan projelerin değerlendirilmesi ve ülke geleceği açısından tehdit oluşturmaya müsaade etmeyecek şekilde önceliği kamu yararı olan denetleme mekanizmalarının mutlaka işletilmesi gerekmektedir. Fukuşima ve Çernobil felaketlerinin sonuçları gözümüzün önündeyken Akkuyu’ya yapılmak istenen Nükleer Santralin temelinde çatlaklar oluştuğu haberlerine karşı, olaya ciddiyetle yaklaşılmamıştır. Böyle bir durumun yaratacağı olası faciaların etkisi yüzyıllarca sürebilir ve bölgedeki tüm canlıların felaketi anlamına gelebilecektir. Yetkililer olası zararlara karşı, gerekli önlemleri almamaktadırlar. Bugünkü ve gelecek kuşakların yaşamı için çok büyük tehlike yaratan, dünyayı radyoaktif atık deposu haline getiren nükleer güç santrali projelerine karşı mücadelemiz sürecektir.

Kriz, küresel kapitalizmin sonucu

Yaşadığımız ekolojik kriz, küresel kapitalizm merkezli çevre ve kentleşme politikalarının sonucudur. Türkiye’de de kapitalizm, içine girdiği krizi doğaya saldırarak aşmak istemektedir. Türkiye’deki Başkanlık rejimi ise bu sistemin bir parçasıdır ve yaşam odaklı değil, güç odaklıdır. İdare, anayasal sorumluluk ve görevlerini yerine getirerek doğayı ve hayatı korumalıdır, hukuk kurallarını usulen değil işlevsel olarak doğayı ve halk sağlığını korumayı amaçlayarak uygulamalıdır. Hukuk güvenliğini ortadan kaldıran, idarenin denetlenebilirliğini sınırlayan, demokrasiyi, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkına ilişkin hukuki güvenceleri aşındıran başkanlık rejiminden bir an önce vazgeçilmelidir.

Yaşam hakkını savunmak meşru bir haktır

Toplum bir bütün olarak yaşam haklarına sahip çıkmalı ve temel haklarından ödün vermemelidir. Bu nedenle merkezi iktidarın rant odaklı politikalarına karşı bir kent hakkı ve çevre isyanı olarak gördüğümüz Gezi sürecinin kriminalize edilerek bazı Gezi bileşenlerine dava açılması, çevre savunucularının kararlılığından bir şey kaybettirmeyecektir. Savunulan kent hakkı ve tüm canlıların yaşam hakkıdır.

Biz aşağıda imzası olan Türkiye Barolarına kayıtlı kent ve çevre hukukuyla ilgili çalışmalar yürüten avukatlar ve Baro komisyon temsilcileri, sağlıklı çevrede yaşama hakkının ihlal edilmesine karşı mücadelelerimizi kararlılıkla ve birlikte yürüteceğimizi belirtir, bu çerçevede dördüncü toplantının Eylül ayı içinde Urfa Barosu ev sahipliğinde gerçekleştireceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.

ADANA BAROSU
ANKARA BAROSU
ANTALYA BAROSU
ARTVİN BAROSU
AYDIN BAROSU
BURDUR BAROSU
BURSA BAROSU
DENİZLİ BAROSU
DİYARBAKIR BAROSU
HATAY BAROSU
ISPARTA BAROSU
İZMİR BAROSU
KIRKLARELİ BAROSU
KÜTAHYA BAROSU
MANİSA BAROSU
MERSİN BAROSU
MUĞLA BAROSU
SAKARYA BAROSU
ŞANLIURFA BAROSU
TEKİRDAĞ BAROSU
UŞAK BAROSU
YALOVA BAROSU
VAN BAROSU
ZONGULDAK BAROSU

Ekoloji Birliği
Ekoloji Birliği; yaşama yönelik artan tehditlere karşı, yurt genelinde faaliyet gösteren bir çok ekoloji örgütünün bir araya gelmesi ile 2018 yılında oluşmuştur.
https://ekolojibirligi.org

Bir cevap yazın

Top