Sırada ‘altın vuruş’ mu var? | Metin SertEkolojiHukukMetin SertPolitika by Metin Sert - 5 Eylül 202021 Kasım 20240 Bu “altın vuruş”un Türkiye’yi getireceği aşama; tüm yerüstü zenginlikleri satılmış, yeraltı zenginlikleri soyulup boşaltılmış, en verimli tarım alanları ekolojik tahribat ve yıkımla çöle çevrilmiş, su kaynakları kurutularak yok edilmiş bir Türkiye, yani “sömürgeleştirilmiş bir Türkiye” olacaktır!“Yıkıcılar geldiler”, Sivas katliamında yaşamını yitiren şair Metin Altıok’un bir şiirinin adıdır. İktidarda olduğu 18 yıl boyunca AKP’nin ülkeyi getirdiği hale bakılırsa, bu iktidara gelişin bir tanımı da olabilir.Bir proje partisi olarak kuruldu, tam da BOP projesi için düğmeye basılmasıyla geldi iktidara, BOP Eşgüdüm Başkanlığı da verildi. Bir Truva Atı lazımdı emperyalistlere. Bu yüzden Türkiye’yi sivil diktatörlüğe taşımak için taşların döşenmeye başlanması anlamındaki 2010 yılında yapılan Anayasa Reformu’na “Yetmez ama evet” bile dedi kafası karışık olanlar.“Herşey satılık”tan “Satacak birşey kalmadı”ya gelinen yol“Babalar gibi satarım” diyordu, AKP hükümetinin ilk Maliye Bakanı Kemal Unakıtan. Böyle başlamıştı herşey. Erdoğan’ın “ağabey” diye hitap ettiği Maliye Bakanı Unakıtan, büyük bir iştahla açıklıyordu: “Herşeyi satacağız. Ne fabrika bırakacağız, ne liman. Seviyorum bu işleri arkadaş. Gece gelsinler, pijamayla çıkarım…” Ve Sümerbak için de haz duyarak şöyle diyordu: “Sümerbank’ı bitirdik. Yakında tarihe karışır…” (1) AKP’nin özelleştirme politikasını açıklayıcı manzara: Memlekette “herşey satılık” devri başlamıştı!Ve Erdoğan’nın başbakanlığı döneminde 14 Ekim 2005’te söylediği “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” (2) sözüyle birlikte düşününce, Türkiye’nin nasıl bir yağma ve talana açıldığını anlamak daha kolay hale gelebilir. Sonunda ne fabrika kaldı, ne banka, ne liman. Herşey satıldı! Türkiye’nin tüm yerüstü zenginliği başta yabancılar ve yandaşlara peşkeş çekildi. Kapitalizmin soygun düzeninin AKP iktidarı ile birlikte “yağma” aşamasına gelişinin bir hikayesi.Eylemi talana, politikası yalana dayalı iktidar sahiplerinin “ülkemiz kalkınıyor, daha iyiye gidiyoruz” şeklindeki klasik yalanını “IMF’ye bile borç para verecek duruma geldik” diyerek yalanın bile ötesine geçecek kadar pervasızlaşıldı da. Yalanın bile bir sınırı var oysa.Hiç üretmeden, sadece ne varsa satmakla memleket yönetilebilir mi? Bunu Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 2013 yılında “Satacak birşeyimiz kalmadı” sözleriyle dert yanarak açıklamıştı. (3) Bu sözü “özelleştirme dönemini tamamladık” şeklinde yorumlamak da, ekonominin yönetimini sadece “satmak”tan ibaret sanan iktidarın satacak kaynaklar tükenince nasıl bir çaresizlik içinde kalındığını dışa vurmak olarak anlamak da mümkün. Ama 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan ekonomide gelinen çıkmazı “Tulumbanın suyu bitti” sözleriyle ifade ediyordu. (4) Ekonomi için verilen bir alarmdı bu. 2020 yılında da ekonomik çöküş, IBAN numarası verip, “Bizbize yeteriz” diye halktan para toplamaya kadar geldi sonunda. İflasın eşiğine kadar gelinmiş demek ki…Anlaşılan o ki Ayasofya‘nın ibadete açılması da yetmedi, bu yüzden daha önce 7 kez keşfedilip müjdesi verilmiş Karadeniz‘de doğalgaz rezervini 8. kez keşfedip müjde verdiler…AKP iktidarının 18 yıllık yönetimini, “küreselleşme” karşıtlarının gözünde efsane haline gelen 2001 Nobel Ödülü sahibi Joseph Stiglitz’e göre yorumlarsak, durumu “bir ülke nasıl çökertilir” diye okuyabiliriz. “Ülkenin Maliye Bakanı’nın eline önce ‘yeniden yapılanma anlaşması’ diye bir şey tutuşturulur ve ‘4 aşamalı bir program’ uygulaması talep edilir. Bu aslında, o ülke için bir ölüm fermanıdır…” (Tıklayınız: Bir ülke nasıl çökertilir?) Nobel Ödülü almadan önce Dünya Bankası’nın baş ekonomisti olarak çalışan Stiglitz, uzun yıllar IMF’nin de bilgisine başvurduğu baş danışmanlardan biriydi.Ekonomiye ekolojik bakışEkonomik çöküş kapıya dayanmışken bunun ekolojik yıkıma da yol açması bir rastlantı değil. Yapılan “yağma”nın bir de “talan” boyutu olacak elbette. Ekonomik ve ekolojik kriz birbiriyle iç içe ve ekonomik kriz derinleştikçe ekolojik kriz de daha çok hissedilir hale gelmekte. Sadece yerüstündeki değil, yeraltındaki zenginliklerin de soyup sömürülmesi, doğanın da talan edilmesine varacak kadar “tam sömürü”nün hayata geçirilmesi söz konusu. Doğayı sadece meta olarak gören kapitalist sistem, herşeyi mülk haline dönüştürmeye ve iktidar da esir olduğu sermaye için doğayı da özelleştirmeye yöneldi. Bu durumda akarsuların, ormanların, meraların, kıyıların, tarım alanlarının, kısaca karaların ve denizlerin altında ve üstünde ne varsa hepsinin rant amaçlı yağmalanmasına gelindi.Bu nedenle ekonomiye ekolojik bir pencereden bakmakta yarar var.Toplumların ve devletlerin geleceği, sahip olduğu zenginlikle orantılıdır. Bu zenginlik ise ülke ekonomisi. Ama ekonomi deyince, konuyu sadece bir muhasebe konusu veya matematiksel bir ayrıntı gibi görme yanılgısına düşülmemeli. Bir ülkenin zenginliği söz konusu edildiğinde, asıl kavram bunun çok daha ötesinde. Zenginlik, sahip olunan kaynakların neler olduğu ve nasıl kullanıldığına bağlı da olan bir değer. Bu nedenle, zenginlik kaynaklarına dayalı olarak ekonomi konusuna 3 boyutlu olarak bakabilmek de gerekir: Yerin üstü, yerin altı, atmosferik koşullar, iklimsel özelliklere göre oluşmuş doğal bitki örtüsü ve verimlilik dokusuyla birlikte bizzat yerin kendisi…Türkiye’nin zenginlik kaynaklarına 3 boyutlu olarak bakalım: Yerin üstünde ne varsa, bankalardan, fabrikalara ve televizyon kanallarına kadar her şey satılmış veya yabancı sermayeye devredilmiş. Bir de yerin altına bakalım: Madencilik adı altında çıkartılan “yağma yasası” ile birlikte yerin altında ne varsa, altından gümüşe, bakıra kadar her şey yağmalarcasına boşaltılıyor, alınıp götürülmüyor mu?Yerin üstündeki zenginlikleri gitmiş, yerin altındakiler de madencilik adı altında her geçen gün boşaltılan Türkiye’de bu durumda geriye bir tek ne kalıyor? Üzerinde yaşadığımız ve adına “vatan” da dediğimiz toprak. Yani toprağa dayalı ekonomi ki, buna da “tarım” diyoruz.Öyleyse toprağın kendisinin de sermayenin rantına ve talanına açılması için bütün engellerin kaldırılması gerekmektedir ki; en verimli tarım alanlarının bile enerji santralleri ve madencilik için feda edildiği dönemden geçilirken, bu konuda bir de “Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”in Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle bir adım daha atıldı. Bu demektir ki toprağın altı da üstü de bir yağma ve talana uğrayacak, korkunç bir yıkım yaşanacak!Meralar için Resmi Gazete’de yer alan düzenleme“Jeotermal kaynaklı teknolojik seralar için ihtiyaç duyulan yerlerin tahsis amacı değişikliği taleplerinde; jeotermal kaynak ruhsat sahası içerisinde kalan mera, yaylak ve kışlaklarda kurulacak jeotermal kaynaklı teknolojik seralar ile mera, yaylak ve kışlak alanları dışında bulunan jeotermal kaynağın teknolojik seralara taşınması veya iletilmesi için ihtiyaç duyulan yerlerin, zorunlu hallerde, ilgili müdürlük veya Genel Müdürlükten gerekçeli rapor, jeotermal kaynak kullanım izni veya ruhsat, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı, ÇED raporu, koruma alanları etüt raporu, jeotermal akışkanın kullanım sonrası nasıl uzaklaştırılacağına ilişkin belge, fizibilite raporu ile komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler ile tahsis amacı değişikliği yapılabilir.”Madencilik değil, yeraltı zenginliğimizin yağmalanmasıBizdeki madencilik yasası, aslında yeraltı zenginliklerimizin soyulup yağmalanmasının yasal bir hale getirilmesi için yapılmış bir düzenlemedir. Madencilik yasası demek çok zor. Madencilik yasasından çok, “yağma yasası” diye okunabilir. Örneğin Prof. Dr. İsmail Duman’a göre, bizdeki madencilik yasası dünyanın en kötü örneklerinden biri. (5) Çünkü bu madencilik yasası ile sömürge tipi madenciliğe geçiş dönemi başladı.Dolayısıyla, “sömürge tipi madencilik” demek olan, en düşük düzeyde yatırımın yapıldığı, korkunç doğa tahribatı yaratacak tehlike potansiyeli içeren madencilik anlayışının veya ilkel yöntemlerle uygulanan, siyanür ve sülfürik asit kullanımına dayanan kimyasal madenciliğin bu kadar yaygın hale gelmesi, çıkartılan madencilik yasasının taşıdığı anlamlar böyle bir gerçeğe dayanmaktadır. ‘Altın vuruş’!Türkiye’nin hemen her ilinde toplam 766 maden arama ve işletme sahasının topluca ihaleye çıkarılması, bir anlamda “altın vuruş” etkisi yapacak bir sonuca gelindiğini gösteriyor. Maden arama ve işletme ihalesine çıkılan 68 il içinde her çeşit ormanlar, ağaçlandırma sahaları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, meralar, dağlar, dereler, sit alanları, tarım alanları, su havzaları, kıyı alanları, turizm bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve şahsa ait özel alanlar dahi madencilik faaliyetine açıldı.Bu memleket manzarasında yaşanmakta olan korkunç ekolojik tahribat nedeniyle büyük endişeler duymakta çok haklıyız. Ekonomik çöküş ve ekolojik yıkım, Kanal İstanbul Projesi ve bu 766 maden sahasının topluca ihaleye açılması ile birlikte düşünüldüğünde, “altın vuruş” denilen aşamaya gelindiği görülüyor. Ekonomik çöküşten sonra, ‘altın vuruş’ gibidir 766 toplu maden ihalesi! Bu “altın vuruş”un Türkiye’yi getireceği aşama; tüm yerüstü zenginlikleri satılmış, yeraltı zenginlikleri soyulup boşaltılmış, en verimli tarım alanları ekolojik tahribat ve yıkımla çöle çevrilmiş, su kaynakları kurutularak yok edilmiş bir Türkiye, yani “sömürgeleştirilmiş bir Türkiye” olacaktır!Türkiye’nin tarihle bir sınavı bu. Sivas katliamında yaşamını yitiren şair Metin Altıok’un şiirinin adıdır Yıkıcılar geldiler! Ülkeyi bu noktaya getiren BOP projesi doğrultusunda izlenen politika ve eline tutuşturulan reçeteyi uygulayan AKP iktidarı. Ama Türkiye’nin sömürge bir Afrika ülkesi gibi olup olmayacağına ise halkın sağduyusu karar verecek!KAYNAKLAR:Bir ülke nasıl çökertilir?Ben ülkemi pazarlamakla mükellefimSatacak birşeyimiz kalmadıTulumbanın suyu bittiTürkiye’de madencilik ve yarattığı çevresel sorunlarÖncekiSonraki Share on Facebook Share Share on TwitterTweet Share on Pinterest Share Send email Mail Print Print