Nükleerci saldırganlar | Caner GökbayrakCaner GökbayrakYazarlar by Caner Gökbayrak - 31 Ekim 20151 Aralık 20230 26 Nisan acı ve yok edici bir hüznün yıldönümü. 29 yıl önce Çernobil Nükleer Santrali bu tarihte infilak etmişti. Bizler bu felaketin unutulmasını engellemek için etkinlikler hazırlama telaşındayken Hükümet cephesinden tam ters yönde saldırılar geldi. Önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, üzerine fazife değilken üçüncü nükleer santralin kurulacağını açıkladı. Başbakan Davutoğlu’nun yerinde olmak istemezdim doğrusu.İkinci saldırı, 1 Nisan şakası gibiydi. Japonya tarafından Sinop’ta Türkiye’nin ikinci nükleer santralinin yapımını öngören uluslararası anlaşma, 1 Nisan günü sabaha karşı TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Türkiye için çok önemli bir kararın yangından mal kaçırırcasına Meclis’ten geçirilmesi, bu işin arkasında olanların da gelecek tepkiden ne kadar çekindiklerinin en büyük göstergesi olmuştur.Böylelikle Türkiye, 1986’da Çernobil ile dünyaya en büyük nükleer felaketi yaşatan Rusya ile Akkuyu’da ilk nükleer santralini, 2011’de Fukuşima ile dünyaya ikinci büyük nükleer felaketi yaşatan Japonya ile Sinop’ta ikinci nükleer santralini yapmayı kabul etmiş oldu. İlginç değil mi?Türkiye’nin de imzası bulunan Uluslararası Tahkim Sözleşmesi gereği, bu anlaşmalar TBMM onayıyla, tazminat yükü altına sokulmuş oldu. Nükleer santraller, olası bir iktidar değişikliğiyle zaten yapılmayacak. Hadi yapıldı diyelim, dünyada pek çok örneğinde olduğu gibi çalışmayacak santraller için Türkiye’nin nasıl bir bataklığa, ne kadar büyük bir borç yüküne soktuğunun görmek hiç de zor olmasa gerek.Hükümet cephesinden üçüncü saldırı 14 Nisan’da Akkuyu’da nükleer santral temeli atılmasıydı. Oysa sahte imzalarla dolu olduğu kanıtlanan Akkuyu Nükleer Santrali ÇED Raporu’na açılan davada henüz sonuçlanmamıştı. Mahkemenin rapordaki bu sahtekarlığa karşı hâlâ neden Yürütmeyi Durdurma kararı vermediğini merak edebilirsiniz. Evet, ben de merak ediyorum? Ancak mahkeme Akkuyu’da yürütmeyi durdursaydı, uygulanacak mıydı, onu da merak ediyorum doğrusu!Son 12 yıldır adında “Adalet” sözcüğü bulunan parti tarafından yönetilen Türkiye’de adaletin ne kadar yoz bir hale getirildiğini, adaletsizliğin yaygınlaştığını hepimiz çok iyi biliyoruz.Türkiye’deki adaletsizlik saymakla bitmez. Bir değil binlerce. Kanun ve yönetmeliklerde koruyucu önlemlerin tırpanlanması, hükümet cephesinden mahkemelerin özgür karar almasını engellemeye yönelik müdahaleler, mahkemelerin Yürütmeyi Durdurma kararı vermesini zorlaştıran düzenlemeler, ve hatta mahkemenin Yürütmeyi Durdurma ve İptal kararlarının uygulanmaması yönünde yüzlerce örnek bulunuyor.Mahkeme kararlarının uygulanmaması kanun önünde suç. Bu suça o yörenin valisi, belediye başkanından başbakana kadar gider bir zincir ortak oluyor. Ancak her nasıl oluyorsa bu suç kamu eliyle işlenmeye devam ediyor. Aynen Yürütmeyi Durdurma kararına rağmen yıkım ve yerine kurulacak AVM inşaatı süren İstanbul’daki Emek Sineması’nda olduğu gibi. Aynen Bursa’da Mahkemenin iptal ve durdurma kararlarına rağmen çalışmaya devam eden ve hatta hakkında kanun değiştirilerek affedilen Cargill’de olduğu gibi. Aynen Uludağ’da Milli Park Kanunlarına aykırı yapıldığı için durdurulduğu ve iptal edildiği halde yapımı tamamlanan Çobankaya’da bungolovların kiralanmasına yönelik çalışmalar başlatılması gibi. Daha yüzlerce örnek sayabiliriz ama yerimiz yetmez.Yabancı ülkelerden dostlarımızla bu adaletsizlikler paylaştığımızda şaşırıp kalıyorlar. Bunların olabileceğine olanak vermiyorlar ve yaşadığımız bu adaletsiz uygulamalar onlara daha çok birer masalmış gibi geliyor. Bir masal aleminde miyiz biz? Değiliz tabi. Ancak bazıları bu ülkenin zalim bir masalın içindeymiş gibi yönetilmesine izin veriyor. Sorunun çözümü seçimler mi? Bir ölçüde evet. Ancak bu yeterli değil. Yürütmenin yaşam alanlarımızı yok edici, emeği ucuzlatan, kazanılmış hakları elimizden alan uygulamalara karşı hep bir ağızdan daha güçlü bir araya geldiğimizde değişecek aslında her şey.Bu ülkenin yarattığı Gezi ruhunun sönmeyeceğini ve bizi çok daha yaşanabilir paylaşımcı bir geleceğe götüreceğini görebiliyoruz. Bir araya geldikçe daha güzel günler göreceğimizi motorları maviliklere süreceğimizi biliyoruz artık.Dostlar, bu günün Türkiye’sine yönelik o kadar çok söylenecek şey var ki, buna satırlar, sayfalar yetmiyor. Bu hafta Türkiye’nin ne tür bir bataklığa nasıl bir nükleer maceraya sürüklendiği konusuna yalnızca giriş yapabildik. Bir sonraki makalemde nükleer konusunu işlemeye devam edeceğim.Sonraki yazı Share on Facebook Share Share on TwitterTweet Share on Pinterest Share Send email Mail Print Print