Buradasınız
Ana Sayfa > Özer Akdemir > İşin zor senin de Keçi Kalesi!

İşin zor senin de Keçi Kalesi!

İzmir’den Aydın’a giderken Selçuk sapağına gelmeden, yolun hemen sağ tarafında Alaman Dağı denilen dik bir tepenin üzerindedir Keçi Kalesi. Yüz yıllardır bu tepeden, bütün ovayı avını gözetleyen bir şahin edasıyla süzer durur. Zaten kale de ovayı gözetlemek için kurulmuştur.

Bir zamanlar, aşağıdaki geniş azmakta sazlıkların iki insan boyunu aştığı yıllarda, yolu bilmeyen atlıların bir anda kendisini yarı beline kadar gelen suyun içinde bulduğu, çırpındıkça batan atla birlikte dibi boylayıp kaybolduğu çok olmuştur.

Yılanın, kurbağanın, türlü tevir su kuşlarının yurdu olan bu bataklık, yaban domuzlarının ve bıkıp usanmadan onların izini süren Anadolu Kaplanının da avlanma alanıydı.

Şimdi tam ortasından bir otoyol geçiyor!..

Otoyol Belevi köprüsünden sağa kıvrıldığında Selçuk-Kuşadası tarafına, hafif sola meylettiğinde ise biraz ilerdeki Selatin Tünelini geçip Aydın ellerine doğru uzuyor.

Tünelin öte yanındaki sağlı sollu tarlalarda bahar zamanı hummalı bir çalışma var. Arkasında sarı bir toz bırakarak ağırca ilerleyen traktör pulluğunun değdiği yerlerde boz toprak koyu kahverengiye dönüyor.

Yan taraftaki tarlanın içine iki bilek kalınlığındaki bir hortumla su salınmış. Su berrak, bazen güneşte menevişleşiyor. Sıcaktan kavrulan ovada bakanın içini serinleten bir su bu.

Bir iki tarla ötede, başında sarı çizgili poşusu, allı güllü şalvarı rüzgarda dalgalanan bir kadın toprağa eğilmiş otları yoluyor.

Tarlaların yamacındaki yassı tepeler ağaçlarla yüklü. Yeşili güneş altında ıpılayan kestaneler. Tepelerde top top buluşan fıstık çamları, onların arasına serpiştirilmiş genç akasyalar, yamru yumru gövdeli güngörmüş zeytin ağaçları…

Toprak bereketli, sular serin, bol. Hava sıcak ve nemli. Rüzgar denizin tuzunu, dağ çayının, kekiğinin kokusunu taşıyor. Tarlalardan kalkan tozun, dağın zirvesinden inerken maviden mora çalan pusun türküsünü fısıldıyor efil efil…

Birden, kente iyice yaklaşmışken, otoyolun her iki yanındaki incir, zeytin, şeftali, narenciye ağaçlarının ortalarında iriyarı bir insan gövdesinden bile daha kalın borular peydah oluyor. Kimi yere yakın, kimi göğe yükselip belli bir süre gittikten sonra tekrar toprağa doğru eğilen ve paralel olarak kilometrelerce uzayan gri metal boyalı borular ilerideki jeotermal enerji santralleri (JES) tesislerinde son buluyor.

Binlerce metre yerin derinliğinden çektiği sıcak akışkanı JES’e taşıyan borular santralin yeşile boyalı duvarından içine giriyor. Genişçe ağızları külaha benzeyen üç bacasından beyaz dumanlar tütüyor. Aydın ovasını, bu ovanın içindeki köyleri, bahçeleri, bağları kıvrım kıvrım yılan gibi dolaşarak ilerliyor borular.

Bunaltıcı bir mayıs sıcağında Aydın Çevre ve Kültür Platformu (AYÇEP) yöneticileriyle kent merkezinde buluşup şehre birkaç kilometre uzaklıktaki Yılmazköye gittik. Köylüler bir gün önce JES şirketinin tarlalarına, su kanallarının dibine ve toprak yolların şarampollerine boru döşemesine engel olmuşlardı. Şirket ertesi gün kuşluk vakti tekrar aynı girişimde bulununca yeniden karşılarına dikilmişlerdi.

Şirket direnişi aşamayıp araçlarını çekince köylüler de evlerine dağılmışlar. Tam öğle saatlerinde gittiğimizde köy girişindeki yolun kenarında bir zeytin ağacının gölgesinde nöbet tutan üç kadın gördük. Yaşlı kadınlardan birisi ellerini göğe doğru uzatıp JES’cilere ileniyordu, “Utanmaz, arlanmazlar! Allahtan bulsunlar!..”

Yıllardır Yılmazköy’deki zeytinliğinin içinden JES borusu geçirilmesine direnen, davalar açan, JES karşıtı hemen her toplantıya ilerlemiş yaşına rağmen katılan Ayşe Çetin teyze yine oradaydı. Arabamızı park edip yanlarına giderken bizleri tanıdı. Öğle sıcağında sığındıkları zeytinin gölgesinden kalkıp hoş geldin etti.

“AĞAÇLARIM AĞLIYOR!”

“Evlatlar görüyorsunuz bize rahat yok. Sabahın köründe geldiklerini duyunca alelacele tansiyon ilaçlarımı yutmadan, dişlerimi bile takmadan çıkmışım evden. Yaşlı başlı ağaçlarımızı kökleyip götürecekler. Zavallı ağaçlarım ağlıyor! Millet hastalıktan kırılıyor. Yeşilliğimizi, doğamızı, temiz havamızı bulamıyoruz artık. Türkiye elden gidiyor!” dedi.

Ayşe teyzenin yüksek sesle söylediği bu sözlere yoldan geçen 55-60 yaşlarında, göbekli bir adam laf attı. Köy merkezine doğru elini arkasında birleştirmiş ağır ağır yürürken “Türkiye elden gideli çok oldu” dedi.

Diğer iki kadından daha genç görünen Nergis Şahan adamın bu sözlerine tepki gösterdi. “Sen böyle direnmezsen tabii ki Türkiye elden gider! Gidin oturun siz kahveye! Ondan sonra da Türkiye elden gitti!..”

“KÖYLÜYÜ GARİBAN GÖRÜYORLAR”

Hemen yanı başında oturan 71 yaşındaki Elif Akmen’in de canı çok yanmıştı besbelli; “Köyümüzü mahvettiler. Köylüyü gariban gördüler, alçakta gördüler. Binsinler üzerimize bakalım!” İşaret parmağı ile gökyüzünü gösterdi, “Ona havale ediyorum. Ne bu yaa! Üstten tel gider tarlalarımızın içinden sıcak su borusu…”

“Enerjimizi tüketiyorlar bizim” dedi Nergis Şahan, “Ülkeye enerji lazım diye bizim temiz havamızı, toprağımızı, enerjimizi tüketiyorlar. Biz karşı çıkınca da önümüze jandarmaları dikiyorlar”.

Köylü kadınların konuşmalarını dinleyen AYÇEP yönetiminden Ahmet Uslu “Köylü kendi toprağına sahip çıkmazsa jandarma da onlardan yana olur, devlet de” diye söze girdi. “Uluslararası şirketler bunlar. Devlet de senin, köylünün, halkın devleti değil. Öyle bir devlet yok şu anda Türkiye’de…”

Yılmazköylü üç kadını oturdukları zeytin ağacının gölgesinden kaldırmadan vedalaştık. Güneş, insanın beynine işliyordu adeta.

İzmir’e dönüşte Keçi Kalesi bu sefer otobüsümüzün sol camından gözden kaybolana kadar izledi bizi. Yine öyle her zamanki gibi görmüş geçirmiş, dingince…

“İşin zor senin de Keçi Kalesi” diye geçirdim içimden. Yüzyıllardır bu topraklara yapılan bunca kötülüğü görüp dayanmak için taş olmaktan başka da çare yok sanki!..

“Benim sadık yarim kara topraktır” diyen koca ozanın şiiri geldi sonra aklıma;

“Demir olsam çürür idim
toprak oldum da dayandım”…

Özer Akdemir
Evrensel Gazetesi yazarı. 1969 Nevşehir Hacıbektaş'ta doğdu. 1998 yılında Evrensel Gazetesi ile başladığı gazeteciliğe halen gazetenin İzmir temsilcilisi olarak devam ediyor. Hayat TV'de Çepeçevre Yaşam programlarının yapım ve sunuculuğu yanı sıra, Anadolu’nun Altın’daki Tehlike / Kışladağ’a Ağıt, Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Uranyum Uğruna / Dilsiz Çocukları Ege’nin, Doğa ve Direniş Öyküleri adlı kitapları bulunuyor. EGEÇEP Yürütme Kurulu ve çeşitli komisyonlar ile Ekoloji Birliği'nde Koordinasyon Kurulu ve Yürütme Kurulu'nda da görev yapmıştır.
https://ekolojibirligi.org

Bir yanıt yazın

Top