Buradasınız
Ana Sayfa > Ekoloji > Koronovirüs, kapitalizm ve ekosistem

Koronovirüs, kapitalizm ve ekosistem

Sedat Başkavak

(Tüm Köy Sen Genel Örgütlenme ve Eğitim Uzmanı)

Dünya bir ekosistem ve milyonlarca canlı ile birlikte yaşıyoruz. Birleşmiş Milletler Çevre Programı kapsamında 80 ülkeden 2700 bilim insanının katıldığı araştırmada dünyada 8,7 milyon ökaryotik (karmaşık, gelişmiş, zarlı hücre yapılı) canlı türünün, 100 milyondan fazla da (bazı tartışmalara göre birkaç milyar) prokaryotik (basit/zarsız hücre yapılı) canlı türünün olduğu belirtiliyor. Günümüz koşullarında her yıl ortalama 15000 yeni canlı türü tespit edilirken, pek çok canlı türünün de daha tanımlanamadan yok olacağı belirtiliyor.[1]

Koronavirüs, çok sayıda insanın ölümüne ve hastalanmasına yol açan salgın ilk olmadığı gibi dünyanın virüslerle imtihanı da yeni değil. İnsanlık defalarca salgın hastalıklara maruz kalmış ve bazıları da bugünkü gibi ciddi anlamda ölümlere sebep olmuştur.

MS 165-200 yıları arasında Roma imparatorluğunda günde 2 bin kişinin öldüğü büyük salgın, adını imparator Marcus Aurelius Antoninus’tan alır. Antoninus (Galen) salgını doğuda Perslerle yapılan savaştan dönen askerlerden yayılarak Roma’ya sadece zaferi değil aynı zamanda ölümü de götürürler ve nüfusun yüzde 30’unun ölümüne yol açar.[2] 

15. yüzyılda Amerika’nın keşfi ile Avrupa’dan gidenler, Amerikan yerlilerine su çiçeği bulaştırırlar. Yerli halkın büyük çoğunluğunun ölmesine sebep olurlar. Bu durum yeni keşfedilen Amerika’da Avrupalıların yayılmasına yol açarken, çalıştırılacak emek gücü ihtiyacı için milyonlarca Afrikalı kölenin de kıtaya getirilmesine de sebep olur.[3]

Kara veba ya da kara ölüm olarak bilinen veba salgını Çin’de ortaya çıkıp, ipek yolu üzerinden 1346’da Kırım’a, 1347’de de Avrupa’ya ulaşarak 80 ile 100 milyon arası insanın ölümüne yol açar. Denizcilik faaliyetleri nedeniyle de yayılmasının arttığı düşünülen salgın İstanbul, Lübnan, Filistin, Mısır, Hatay, Yemen ve Mekke’de de etkili olur. Yaşanan ölümler nedeniyle toplumun tanrı ve kiliseyi sorgulaması bu döneme rastlarken bugün koronavirüsten korunmak umuduyla Niğde Ulukışla’da yapıldığı gibi o günlerde de, kirlenen havanın vebayı yaydığı düşüncesiyle hava güzel koksun diye tütsüler yakılmıştır.

1800’lerin ortalarına doğru Japonya’dan İngiltere’ye kadar pek çok ülkede görülen kolera bugün gelişmiş ülkelerde yok olmuşsa da Afrika ülkeleri başta olmak üzere yoksul ülkelerde kanalizasyon, içme suyu yetersizliği ve sabun gibi temel hijyen malzemelerinin yoksunluğu sebebiyle hala görülebilmektedir. Araştırmacılar her yıl 1,3 ila 4 milyon vaka görüldüğünü ve 21 bin ila 143 bin insanın enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybettiğini tahmin ediyor.

Kimi zaman İspanyol, kimi zaman Asya ya da Hong Kong, kimi zaman da kuş gribi adını alsa da hastalığın etkeni Orthomyxoviridae gurubundan influenza virüsü, defalarca enfeksiyona ve milyonlarca ölüme neden oldu. 1918’de 50-100 milyon insanın ölümüne yol açan (H1N1) İspanyol gribinde, influenza virüsünün sebep olduğu yüksek ateşin bağışıklık sistemi güçlü kişilerde daha çok arttığı gözlenmiştir. Bu salgına İspanyol gribi adının verilmesinin nedeni ilginçtir: Savaşa giren ülkelerde haber alma olanaklarının kısıtlanması ve sansür uygulamaları yaşanırken, savaşa katılmayan İspanya’da salgınla ilgili haberlerin basında çokça yer alması ve bilgilerin dolaşıma İspanya kaynaklı girebilmesi nedeniyle salgına İspanyol gribi adı verilmiştir.[4]

Asya gribi (H2N2) 1957’de 4 milyon kişinin ölümüne yol açtı. Virüsün evrimleşmesi sonucu (H3N2) Hong Kong gribi adı verilen salgın 1968’de 2 haftada 500 bin kişiyi enfekte etti.[5] İnfluenza’nın son versiyonu 1997’de yine Hong Kong’da tavuk çiftliklerinde ve pazarlarda salgın şeklinde görülen (H5N1) kuş gribi 18 vaka, 6 ölüm ile kayıtlara geçerken asıl olarak 2003-2005’te de karşımıza çıktı. 2003 yılında Hollanda’da çiftlik çalışanlarında görülen 89 vaka 1 ölüm üzerine ülkede 30 milyon kanatlı hayvan itlaf edildi. Vietnam ve Tayland’da insan ölümlerine yol açan birinci dalga kuş gribi ise 120 milyon kanatlının imhası ile sonuçlanır. 2004 ikinci dalga ve 2005 üçüncü dalga kuş gribi dalgasında ülkemizde de kümeslerden kanatlı hayvanlar toplanarak itlaf edilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre doğrulanmış 151 vaka 82 ölüm vardır. Kuş gribi tüm dünyada bir pandemiye dönüşmemiştir ama bilim insanlarının bugünden geriye dönük yaptığı araştırmaların sonucu dünyanın yeni bir kuş gribi yani influenza H5N1 salgını ile karşı karşıya kalacağı yönündedir.[6]

Domuz gribi pandemik influenza A (H1N1) virüsünün neden olduğu domuz, kuş ve insan grip virüslerinin bir karışımı yeni bir grip türü olarak karşımıza çıktı. İlk defa Mart 2009’da Meksika’da insanlar arasında görülmeye başlayan grip salgını hızla dünyaya yayıldı ve Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) 11 Haziran 2009’da pandemi (faz 6) alarmı vermesine sebep oldu. Grip salgınlarında genel olarak yüzde 70 ile yüzde 90 arası 65 yaş üstü kişiler ölürken (H1N1) domuz gribi diğer griplerin aksine yüzde 80, 65 yaş altı kişilerde ölümler görüldü. Uzmanlar, 1918’de meydana gelen İspanyol gribi salgınındaki virüsün domuz gribi virüsüne çok benzediğin belirtmektedir. İspanyol gribine sebep olan virüs yeryüzünde 1950’lere kadar dolaştığı için 65 yaş üzerindeki kişilerin kısmi bağışıklık geliştirdiği kabul edilir. Domuz gribi denilen salgın nedeniyle 2009 yılında ABD’de 60 milyonun üzerinde kişi enfekte olurken dünya geneli ölümün 500 bini aştığı belirtiliyor.[7]

Adı ancak 1980’de konulan ve 40 milyon insanın ölümüne yol açtığı düşünülen AIDS (HIV) virüsü karşısında hala kesin tedavi bulunmazken ömür boyu ilaç kullanımı şu an için tek çare olarak görülmektedir. 

Adını ilk vakanın görüldüğü köyün yanındaki nehirden alan Ebola virüsü 2014-2016 yılları arasında Batı Afrika’da birkaç komşu ülkeye yayılırken yaklaşık 29 bin vakada 11 binin üzerinde insanın ölümüne sebep olmuştur. 

Koronavirüsler ise 1960’larda keşfedilmiştir. Şimdiye kadar insanlarda hastalık yapıp izole edilen 7 farklı koronavirüs tespit edilmiştir. Bunlardan özellikle SARS ve MERS ağır enfeksiyon ve ölüme neden olurlarken, Yeni Tip Koronavirüs (COVID-19) ile koronavirüs ailesinin evrimleşerek ortaya çıkan (bugün için) yedinci türü tespit edilmiş oldu. 2003 yılında Çin’in Guangdong eyaletinden kaynaklanan Sars salgını, toplam 26 ülkeye hızla yayılarak, 8 binden fazla insanı enfekte etti 774 kişinin ölümüne neden oldu. Haziran 2012’de şiddetli akciğer hastalığından ölen bir Suudi Arabistanlı nedeniyle hastalığa MERS (Ortadoğu solunum sendromu) adı verilir. Bu hastalığa sadece Arap yarımadası değil, yıllar içinde İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, Tunus ve Türkiye gibi ülkelerde de rastlandı. MERS, yaklaşık 300’ü ölümle sonuçlanan toplam 800 vakaya sebep oldu. Bu vakaların hepsi doğrudan ya da dolaylı olarak Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman ve Ürdün ile bağlantılıdır.[8] Yeni tip Koronavirüs COVID-19  kendinden öncekilerden farklı olarak bölge yada kıta sınırlarında sıkışmadan dünya çapında bir salgına sebep oldu. Milyonlarca insanı enfekte ederken on binlerce (bu yazı yazılırken 152 bin 542) kişinin ölümüne sebep olduğu görülmüş oluyor.

SERMAYE İKTİDARLARI İÇİN HER YOL MUBAH

Yeni tip Koronaviriüs’ün (COVID-19) yol açtığı salgın yayılmaya başladığında bunun ABD emperyalizminin, dünya ticaretinde yükselen Çin’in önünü kesmek için icat ettiği biyolojik bir silah olduğunu ya da tersine Çin’de yapılan bir laboratuar çalışmasından sızdığını iddia edenler odu. 5G sisteminin sonucu, Çin’in bilinçli olarak dünyaya saldığı bir virüs olduğunu söyleyen komplo teorisyenleri de çıktı. Bu türden kanıtlanmamış iddiaları ciddiye almak gerekmez ama emperyalist-kapitalist sistemde biyolojik silahların üretilmediği ve kullanılmadığı söylenemez. Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atan, bütün dünyada nükleer silah üsleri kuran ABD emperyalizminin böyle bir biyolojik silah üretme kapasitesi elbette vardır, dünya koşullarını uygun gördüğü zaman bunu kullanmasının önünde bir engel de görmeyecektir?

Tarihte böylesi örnekler vardır. I. Dünya Savaşında Almanlar, ABD’den müttefik ordularına gönderilecek olan çiftlik hayvanları ve Romen süvari atlarına ruam hastalığı bulaştırırlar. Ayrıca bu dönemde Almanya’nın İtalya’da kolera, St. Petersburg’da da veba hastalığı bulaştırdığı da kayıtlara girer. II. Dünya Savaşı yıllarında Japonya biyolojik silah araştırmaları yaparken üzerinde deneme yaptığı çoğu Çinli 10 bin savaş esirinin şarbon, veba, çiçek, ruam, kolera vb hastalıklardan ölmesine sebep olur. İngilizler, İskoçya açıklarındaki Greenad Adalarında şarbonla çok sayıda deneme yapmışlar ve ada topraklarında 36 yıl boyunca şarbon sporlarının kalmasına neden olurken bunlar 280 ton formaldehit kullandıktan sonra ancak 1987’de tam olarak temizlenebilmiştir. 22 Ocak 1975’de “Biyolojik ve toksin savaş maddelerinin üretimi, stoku ve geliştirilmesini yasaklayan biyolojik silahlar anlaşması 151 ülke tarafından imzalansa da dün olduğu gibi bugünde pek çok ülkenin biyolojik silah çalışmaları gizlilik içinde devam etmektedir. [9]

O nedenle, nükleer silah kullanan, kimyasal bombayı üreten, maskeyi, antiseptiği çalan kapitalist-emperyalist ülkeler biyolojik silah da yapabilme potansiyeline sahiptir. Ama bugün değil. Bunun için bir biyolojik savaş için gerekli savaş ve kutuplaşma ikliminin de oluşması gerekir. Bu olmadığında üretimi ve ticareti merkezileştiren kapitalist sistemin, insan nüfusunu da bu merkezlerde birleştirmesinin yanında bırakalım ülkeleri, kıtalar arası insan trafiğinin fazlasıyla arttığı bir dönemde kontrol altında, denetlenebilir ve emekçilerin tepkisiyle karşılaşmayacak biyolojik silah kullanılması olası görünmemektedir. 

Bilim insanları da Covid-19 konusundaki komplo senaryolarını boşa düşürdü ve bu konuda yapılan bir araştırmayı yayınladılar. Araştırmaya göre teorilerin aksine yeni virüs insan yapımı değil. Doğal kökleri var ve evrim yoluyla oluştu. Virüsün laboratuvar ortamında ya da başka bir ortamda yani insan eliyle yapıldığına dair bir kanıt bulunamadı. Scripps Research Araştırma Entitüsünde immünoloji ve mikrobiyoloji alanında doçent doktor ve makalenin yazarı olan Kristian Andersen, Tulane Üniversitesi’nden Robert F. Garry, Sydney Üniversitesi’nden Edward Holmes, Edinburgh Üniversitesi’nden Andrew Rambaut ve Columbia Üniversitesi’nden W. Ian Lipkin’in aralarında bulunduğu bilim insanları “SARS-CoV-2’deki S proteinlerinin RBD kısmının insanlarda kan basıncını düzenleyici bir reseptör olan ACE2 hücrelerinin dışındaki moleküler bir özelliği hedef alacak şekilde evrimleştiğini buldular. SARS-CoV-2’deki S proteini insan hücrelerine o kadar iyi bağlanıyordu ki bilim insanları virüsün genetik mühendisliğin bir ürünü değil, doğal seçilim sonucunda ortaya çıktığı sonucuna vardılar.[10]

EKOLOJİK YIKIM İNSAN YAŞAMINI TEHDİT EDİYOR

Dünya, kapitalistler eliyle bir ekolojik yıkım yaşıyor ve bu yıkımın sonuçlarını da en ağır şekilde işçiler, emekçiler ve yoksul halk kitleleri yaşıyor. Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetler Arası Bilim-Politika Platformunun geçtiğimiz yıl mayıs ayında yayınladığı raporda insan eliyle yapılan faaliyetler nedeniyle yerküreye verilen zararın son 50 yılda arttığı belirtiliyor. Nüfus artışı, küresel ekonominin dört kat büyümesi, uluslararası ticaretin 10 kat artması ve 1992’den bu yana iki katına çıkan kentleşme de eklendiğinde doğal yaşama, tarım alanlarına, yer altı ve üstü su kaynaklarına ve ormanlara zarar veren etkenler artmıştır.  

Raporda öne çıkan tespitler şöyledir; 1 milyondan fazla hayvan ve bitki türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 1980-2000 yılları arasında 100 milyon hektarlık tropikal orman; ağırlıklı olarak Güney Amerika’daki hayvan çiftlikleri ve Güneydoğu Asya’daki palm yağı üretimi nedeniyle yok oldu. 1700’lü yıllardaki sulak alanların sadece yüzde 13’ü 2000 yılına kadar varlığını koruyabildi. Günümüzde hayvan ve bitkilerin yüzde 25’i tehdit altında. Plastikten kaynaklanan çevre kirliliği 1980’e oranla 10 katına çıktı. Her yıl 300-400 milyon ton ağır metal ve eritici madde ve başka atıklar su kaynaklarına atılıyor. 2014 yılında okyanusların sadece yüzde 3’ü insanlığın baskısından özgürdü. Balıklar hiç olmadığı kadar tehdit altında. 2015’te balıkların yüzde 33’ü türlerini sürdüremeyecek ölçüde az üredi, yani türlü ticari faaliyetler nedeniyle balık türlerinin üremesi yok edileni karşılayamayacak adar az. Doğal ekosistemler yüzde 47 oranında kan kaybetti. Vahşi hayvanların biyokütlesi (bir ekosistemde belirli bir zamanda yetişen canlı sayısı) yüzde 82 oranında düştü. Resiflerdeki mercanlar son 150 yılda yarıya indi.[11] Yapılan bu tespitler de gösteriyor ki, kapitalistlerin enerji, sanayi, madencilik faaliyetleri ile talan ve tahribata dayalı uygulamalarıyla birleşen kar için üretim ve tüketimin körüklenmesi nedeniyle doğal yaşam geri dönüşü olmayacak şekilde etkileniyor. Gelinen noktada hava, su ve toprağın yanı sıra canlı yaşamı da tehlikeye giriyor.

Başta İstanbul gibi devasa kentlerdeki dönüşüm çevreyi etkilerken ve çevre iller ile sınırını da belirsiz hale getiriyor. Gün geçtikçe, yok olan kuzey ormanları üzerine kurulan havaalanı, 3. Köprü ve bağlantı yolları, artan kentleşme ve biriken sanayi ile İstanbul’da doğal yaşamın kırıntısı bile yok edilirken yerini eksoz gazları, gökdelenler ve otobanlar alıyor. Kanal İstanbul ile kentin kalan betonlaşmamış kısımları da rant uğruna yağmalanırken son kalan tarım alanları ve su kaynakları da yok olma tehlikesinin altındadır. İstanbul, dünyadaki talan ve tahribatın küçük bir fotoğrafıdır. Dünyada 2007 yılından bu yana şehir nüfusu kırsal nüfusu geçmiş durumda. Dünya üzerindeki kara parçalarının sadece yüzde 1’inde 4 milyar insan yaşıyor.

Kapitalist üretim ve aşırı kar arayışı nedeniyle yok olan ormanlar, meralar, yaylalar, kuruyan göller, kirlenen su, hava ve toprak ve daralan yaşam alanları insanların doğa ve hayvanlar alemi ile ilişkisini değiştirdi. Kara alanlarında doğal yaşam alanlarının daralması, artan şehirleşme, sanayi ve ormanların yok edilerek tarım alanı açılması ile doğal yaşamı tehdit eden insanların yaşam alanları da virüsler tarafından tehdit edilir hale geliyor.

DOĞANIN SINIRLARINI ZORLAYAN ETKİ VE TEPKİ

Salgın hastalıklar üzerine araştırma yapan mikrobiyolog ve immünolog Richard Krause “Emerging VirUses” (gelişmekte olan virüsler) adlı kitabın önsözünde “toplumsal, ekonomik ve insan davranışlarındaki değişimin ve felaketlere neden olan olayların ortaya çıkarttığı ‘fırsat akıntıları’ içinde büyüyen mikroplar, küçük çapta görülen bir hastalığı son derece yaygın bir salgına dönüştürebilir” demektedir.   

Virüsler hep vardı ve bundan sonra da var olacaklar. Kuş gribine yol açan İnfluenza virüslerinin, yabani kaz ve çamurcundan (yabani ördek)  tavuklara bulaşmadan önce bir bıldırcında kendini tasnif ettiği ortaya çıktı. Yani virüs zararlı olmadığı yabani kanatlıdan ayrılıp yeni konakçısı olarak seçtiği evcil hayvana ya da insana bulaşınca zararlı olabiliyor. İspanyol gribinden Asya gribine, Hong Kong gribinden kuş gribine kadar değişkenlik gösteren influenza virüsü doğada her zaman bulunuyordu ancak bulunduğu yerde insan faaliyetlerinin artması nedeniyle bulaşma tehdidi oluşturdu.

Lassa sıtması bunun en belirgin örneğidir. Nijerya, Afrika’nın en büyük kereste üreticisidir. Nijerya’da yıllık 150 milyon metreküp kereste üretilmekte ve ülkenin kereste üretiminin büyük çoğunluğu yakacak olarak kullanılmaktadır. Ayrıca tarımsal üretimini artırmaya çalışan Nijerya’da, kuzeydeki çölleşme ve güney kesimindeki erozyon nedeniyle tehdit gören tarım alanlarına yeni yerler ekleme çabası da ormanları baskı altına almaktadır. Kıta ormanlarında yaşayan Mastomys sıçanlarının yaşam alanlarının yok edilmesi sonucunda hayvanlar evlere yerleştiler ve Lassa sıtmasını yeni konaklarına taşıdılar. Farelerin idrar ve dışkılarının insana ve gıdaya temasıyla veya solunum yolu ile bulaştığı tespit edilen Lassa virüsü 2018’de 171 ölüme, 2019’da 167 ölüme ve bu yılın ilk bir ayında 41 kişinin ölümüne sebep oldu.[12]

Sadece Nijerya değil yağmur ormanlarının tamamını kesen şirketler Batı Afrika’nın sahil şeridini ormansızlaştırdı. Hızla artan nüfus ve protein ihtiyacı karşısında kitlelerin yöneldiği deniz ürünleri de artık ulaşılamaz hale geldi. Çünkü; Avrupa’dan hükümetler tarafından desteklenerek gelen ve Gine körfezini dibine kadar tarayan modern filolar karşısında yerel teknelerin hiç şansı kalmamıştı. 1977 yılından bu yana balık nüfusu yarı yarıya azalırken yerel pazarlarda az bulunan ve pahalı olan gıdalar haline geldi. Balığın yerini alan yabani havyan eti yılda 400 bin tonluk miktarıyla hem sürdürülebilir değildi hem de biyolojik olarak hayvanların çeşitliliğini de tehdit eder hale geldi. Böylece yağmur ormanları ve dağların izole ettiği canlı türleri şehirlerin gıda ekonomisiyle bütünleşti. İşte bu “fırsat akıntısının” sonucu hayvanlardan insanlara viral sıçramalar kolaylaştı. [13]

Çin Bilimler Akademisi Wuhan Viroloji Enstitüsünde Araştırmacı Virolog Shi Zhengli (yarasa kadın diye bilinir) üç yıl önce, altı madencinin zatürree benzeri hastalıklara yakalandığı (ikisi öldü) Yunnan’ın dağlık Mojiang ilçesindeki bir maden kuyusu mağarasında bir yıl boyunca topladığı numuneler sonucu altı yarasa türünde bir çeşit koronavirüs grubu keşfetti. Madenin çok kötü koktuğunu, mantar kaplı yarasa dışkılarının mağarayı ele geçirdiğini belirten Virolag Shi Zhengli, madencileri hasta eden patojenin bu mantar olduğunun çıkardı ve “eğer mağara hemen kapatılmasaydı madencilerin koronavirüs kapması an meselesi olurdu” dedi.[14] Hastalık ekolojisi üzerine çalışan William McNeill, virüsün konakladığı ya da potansiyel konaklayabileceği nüfus arttıkça kopyalanma, mutasyon, yeniden bir araya gelme ve seleksiyon imkanlarının artması nedeniyle virüs topluluklarında asli evrimsel değişikliklerin ortaya çıkma ihtimalinin de aynı derecede artacağını belirtiyor.

ENDÜSTRİYEL TARIM VE HASTALIKLAR

Artan tüketimi daha fazla ve daha ucuza mal olan bir üretim süreciyle karşılayabilmek için yöneldiği endüstriyel tarımın bir parçası da üretim çiftlikleridir. Üretici köylüler sermaye iktidarlarının uyguladığı politikalar nedeniyle tarım üretiminden koparılırken tarım ürünleri piyasasında şirketlerin hakimiyeti arttı. Tavuk, domuz ve büyükbaş hayvan çiftlikleri, denizlere kurulan balık çiftlikleri derken, sadece bitkisel üretim değil hayvansal üretim de tarım tekeli şirketlerin kar için üretim merkezleri haline geldi. Üretici köylülere ise ya tarımdan çekilmek ya da bu şirketlerin sözleşmeli üreticisi ve yetiştiricisi olmaktan başka yol kalmadı. 1990 yılından bu yana Asya’daki toplam canlı çiftlik hayvan üretiminin yüzde 80’inden fazlası endüstriyel üretim olarak yapılıyor. Dünyada en büyük üç endüstriyel et üreten şirket arasında yer alan Amerikan şirketi Tyson Foods, 6 binden fazla sözleşmeli tavuk yetiştiricisi ile yılda 2.2 milyar tavuk, 18 milyon domuz ve 9 milyon sığır kesip, paketleyip satıyor. Tyson Foods benzeri şirketler sadece borçlandırarak geleceğini ipotek altına aldıkları sözleşmeli yetiştiricilere sağladıkları piliçlerin değil, yumurtalara, tavuklara giden yemlerin ve tavukları işleyen tesislerin de sahibidir.

Yüz binlerce tavuktan oluşan tavuk çiftlikleri, büyük üretim tesislerinin etrafında toplanırken et üretimi de kentlerin yakınında gerçekleşir oldu. Bu durum virüslerin yoğunlaşmasının da bir sebebidir. “Tavuğun çöpü olmaz” diyen endüstriyel üreticiler etini bütün dünyada pazarladıkları tavuğun ayakları ve kafasını Asya ülkelerine gönderirken gübresini de tarım sektörüne pazarlamaktadır. Değerlendirilemeyen parçaları; tavuğun tüyü ve hatta ölüsü de kurutulup yem yapılarak aynı çiftlikteki yüz binlerce tavuğa yedirilir. Böylece ölüsü, dirisi ile birlikte bırakın parçasını bir tek tüyü bile çöpe gitmez tavukların. On binlerce hatta yüz binlerce tavuğun yetiştirildiği çiftliklerde yedirilecek yemin gramı ve 37 gün sonra kesilecek tavuğun saati dakikası bile bellidir. Çiftlik endüstrisi tekelleri, (daha kısa sürede daha çok üretim isteyen) diğer iş kolu patronları gibi düşünürler, onlar için çiftlikteki tavuk ile dökümdeki demir, banttaki otomobil montajının bir farkı yoktur. O nedenle de tavukların daha kısa sürede istenilen kiloya gelmesi için uyguladıkları türlü yöntemlerle 37 günü 35’e indirmişlerdir ve 30 saniyelik erken kesimlerle süreyi daha da kısaltmayı hedefliyorlar. Tavuk çiftliklerindeki bu “hadi hadi” düzeni içinde tavuklar olabildiğince hareketsiz tutuluyor, hiç enerji harcamadan önlerindeki yemi yiyip, suyu içiyorlar. Tavuğun yediği yemin masraf kalemi azalsın, çiftik endüstrisinin karı artsın diye tüyünden ölüsüne ne varsa bu yeme katılıyor. Dirisini insanlara, ölüsünü tavuklara yediren endüstrinin kuş gribi zamanında salgına maruz kalan bütün tavukları bertaraf ettiğini düşünmek çok iyi niyetli bir yaklaşım olurdu. 2004 yılında Güney Çin’de tavukları bağışıklamak için aktive edilmemiş virüs aşılanması sonucu H5N1 virüsünün evrimleşerek çevre çiftlik ve ülkelere yayılmasına sebep olunduğu anlaşılınca tavuk şirketleri imalat tesislerinde artırdıkları mesai ile günlük 90 bin adet kesim sayısını 130 bine çıkardılar. Davis, kitabında süreci “bu çiftlik pratiği, virüsü bir salgına dönüştürdü” diyerek özetliyor.

Sanılanın aksine Asya ve Afrika ülkelerinden yayılıyor gibi görünse de 2003 yılında Hollanda’da çıkan İnfluenza H7N7 virüs salgını hem virüsün batıda da çıktığını hem de endüstriyel üretimin salgının yayılmasında ne kadar etkili olduğunu ortaya koyuyor. Dünyanın önde gelen yumurta ve tavuk ihracatçılarından biri olan Hollanda yıllık 115 milyar dolarlık tarım ürünleri ve makinesi ihracatçısı bir ülkedir. 2003 yılında Hollanda’nın kümes hayvanları endüstrisinin merkezi konumundaki Gerderland eyaletinde bir çiftlikteki tavukların, çiftlik yanındaki kanalda yabani su kuşları ile temasları sonucunda Yüksek Düzeyde Ölümcül Kuş Gribi (HPAI) kaptıkları anlaşılır. Daha önce İtalya’da da görülen İnfluenza H7N7 virüsü olarak bilinen virüs nedeniyle kümes hayvanları ihracı durdurulurken (Hollanda’daki tavuk sayısının üçte biri) 30 milyon tavuk öldürülür. Bölgede yapılan araştırmalarda 2 bin kişinin enfeksiyon kaptığı ve hastalığı hafif atlattığı biliniyor. 1997’de ABD’nin Kuzey Karolina eyaletinde büyük bir domuz çiftliğinde bir influenza alt türü olan H3N2, Kanada’daki domuzlarda ördeklerden bulaşan (insanların bağışıklığı olmayan) H4N6 virüsleri görülmesinin nedeni olarak, artan endüstriyel üretim, ülkeler arası domuz taşımacılığı vb. tespit ediliyor. ABD’li Pew Araştırma Merkezinde oluşturulan bir komisyon endüstriyel çiftlik hayvanı üretimi üzerine araştırmalarını bir rapor olarak yayınlarlar. Raporda, domuz fabrikalarında gelişigüzel antibiyotik kullanımının dirençli staph[15] enfeksiyonlarının ortaya çıkmasına, aynı zamanda kabızlık haplarının koli basili salgınlarına ve Caroline’daki nehir ağızlarında bir milyar balığı ve hastalık kapan onlarca balıkçıyı öldüren ve “cehennnemden gelen tek hücreli” olarak adlandırılan Pfiesteria’nın yaygınlaşmasına neden olduğunu ifade ediliyor.[16]

2002’de San Diego’da bir çiftlikte görülen kuş gribi kısa sürede çevredeki bütün büyük çiftliklere yayılır. Bölgedeki şirket yöneticileri işbirlikçi eyalet yönetimleriyle el ele vererek satışlar düşmesin diye salgını gizlerler. 2004’te Kanada’nın Abbotsford kentinde bir çiftlikte H7N3 virüsünün neden olduğu salgın çevre şehirlere de yayılınca 19 milyon tavuk öldürülür. Aynı günlerde Teksas; Pensilvanya ve New Jersey’de de başkaca influenza virüsleri görülür.[17] Böylece sadece kuş gribi değil endüstriyel üretimin de büyük bir halk sağlığı sorunu olduğu tartışılmaya başlanır.

Tüm dünyada yaşanan kuş gribinin gizlenemez hale gelmesi sonucu, sağlık örgütleri ve halkın sorgulaması nedeniyle, başkaca ülkelerdeki şirketler tavuklarından vazgeçti ya da öyle göründüler. Ülkemizde ise tavuk şirketi patronları tanınmış simalarla “hazır tavuk iyidir, kuş gribi köy tavuğunda olur” diye reklam kampanyaları yaparken köylülerin evlerinden toplanan tavuklar öldürülüp, kireçlenip toprağa gömüldü.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KUŞ GRİBİ

Kapitalist sistemin daha çok kar için durmak bilmeyen üretimi ve doğayı gözetmeyen endüstriyel büyümesi küresel ısınmayı beraberinde getirdi. Küresel ısınmanın sonucu; iklim değişikliği ve bunun da zincirleme etkiyle devam eden doğal dengenin bozulması, bölgelerin bozulan dengesinin boyutuna göre bitki ve hayvan popülasyonlarının değişmesi oldu. Küresel ısınma nedeniyle artarak yaşanan fırtınalar, seller, kuraklık gibi afetler ikilim değişikliğini her gün derinleşen bir krize dönüştürdü. İklim değişikliği kimi bitki ve böceklerin bulundukları yerde varlığını sınırlandırıp kimisini yok ederken bazılarını da yakın coğrafyalardan başlayarak çok çok başka yerlere kaydırabilmekte. Örneğin ülkemiz Akdeniz bölgesinde daha önceden yetişmeyen tropikal bitkiler şimdilerde yetişebilirken, Karadeniz bölgesine yağan kar da azalıyor. Eskiden üzerine kar yağdığı için zararlıların gelmediği çaylıklarda tarım ilacına ihtiyaç duyulmazken önümüzdeki aylarda azalan kar yağışı (ki artık sahillere kar düşmemeye başladı) tarım ilacı ihtiyacını beraberinde getirecektir. Ya da fındık üretilen Karadeniz illerinde kar yağmaması ve havaların sıcak gitmesi nedeniyle fındıkta külleme hastalığı artacaktır.

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı da iklim değişikliği ve kuş gribine bağlı olarak karşımıza çıkıyor. İlk olarak Kırım’da İkinci Dünya Savaşı yıllarında kene ile bulaşık bölgelerin tarıma açılması sonucu çıktığı düşünülen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı kuş gribi nedeniyle tavukların ithaf edilmesi sonrası tekrar tüm dünyada etkili olarak görülmeye başladı. Kuş gribinin önüne geçebilmek için yapılan kümes hayvanı itlafları çayır ve çimenlik alanda yaşayan kenelerin nüfusunu artırmış, hayvan otlatılan yeşil alanlardaki ve meralardaki hayvan dışkıları keneler için uygun yaşam ortamları oluşturmuştur.

MALİYET HESABININ SONU DELİ DANA

Hayvancılığın en temel girdisi kaba yemdir. Kaba yemde çayır ve meralardan ve yem bitkilerinden elde edilmektedir. Mera ve çayırlar hatta yem bitkisi yetişecek tarım alanları başta enerji ve maden olmak üzere şirketlerinin talanına açıldı. Tarımsal üretimin (bitkisel ve hayvansal fark etmez) endüstriyel üretime dönüştürülmesi sonucu açık alanda otlayan hayvanlar kapalı alanlarda fenni yem ile beslenemeye başladı. Hayvanların beyninde ve sinir sisteminde süngerleşmeye neden olan deli dana hastalığı da (BSE) bu fenni yemlerin yedirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Yapılan araştırmalar, sığırlarda görülen ve insanlara da bulaşarak ölüme yol açan deli dana hastalığının (BSE) kaynağının, hayvan et ve kemik unlarının katıldığı yem ile beslenme olduğunu ortaya koydu. “60 yıldan beri et ve kemik unları sığırlara yedirilmesine rağmen BSE neden 80’li yıllarda patlak verdi” sorusuna cevap da yine yemin hazırlanma yönteminde bulunur. Deli dananın ortaya çıkışı 1970’lerde gıdaların hazırlanmasındaki değişikliklerden sonrasına rastlar. Bu dönemde petrol krizi nedeniyle yakıttan tasarruf etmek için rendering[18] teknolojisinde fırınlama yerine, devamlı ısıtma yöntemine geçilir. Bu durum, fırınlama yerine devamlı ısıtma ile elde edilen ürünlerde ajanın canlı kalmasına ve kalıcı bulaştırıcılığa olanak sağlamasına sebep olur. 1988 yılında İngiltere’de geviş getiren hayvanların, geviş getiren hayvanlardan elde edilen proteinlerle beslenmesi kanunen yasaklanmasından sonra BSE (deli dana) vakalarında keskin bir azalma görülmüştür.[19]

GDO, HALK SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR

Verimi artıracak, kıtlığı bitirecek iddiasıyla tarım ve tohum tekellerinin dayattığı genetiği değiştirilmiş tohumlar yaygınlaşsa da artık GDO’nun verimli olmadığı gibi maliyetleri artırdığı da görüldü. GDO’lu üretimde kullanılan tarım ilaçları da ikincil zararlara yol açtı. Hindistan’da 6 köyden tarım işçilerinde göz, deri ve üst solunum yollarında bir takım reaksiyonlar gerçekleşti. Pamuk ayıklama fabrikasında çalışan işçilerde de alerjik durumlar tesit edilirken işçilerin tarlada çalışma sürelerine bağlı olarak şikayetlerin de arttığı gözlendi. Ayrıca yararlı böceklerin ölümüne yol açan etkilerini de eklemek gerekiyor. Hindistan bu sorunlar nedeniyle, Burkina Faso da pamukta elyaf kısalığı nedeniyle GDO’lu pamuk üretiminden vazgeçme kararı aldı.

Genetiği değiştirilmiş besinler ise bir başka ağır sorun olarak karşımıza çıkıyor. Başta soya, mısır, kanola ve kabak olmak üzere pek çok üründe yaygınlaşan GDO’lu tohum kullanımı aynı zamanda insan sağlığını da tehdit eder hale geldi. Pamuğun tohumu ve çekirdeğinden yağ elde ediliyor. Bu yağ insanlar tarafından gıda maddesi olarak tüketildiği gibi, hayvan yeminde de kullanılıyor.[20]

Çin’de daha hızlı büyümeleri ve gelişmeleri mümkün olsun diye bir milyonun üzerinde genetiği değiştirilmiş ağaç dikildi. Genetiği değiştirilmiş ağaçlar BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında sözleşmeye taraf olan ülkelerin bir araya geldiği Taraflar (dokuzuncu) Konferansında karbon kredisi elde etmeye hak kazanan teknikler arasına alınmıştı. Odun, kağıt ve karbon kredisi için zamanı, maliyeti ve enerjiyi azaltan genetiği değiştirilmiş ağaçlar bu sektördeki şirketler için yeni bir olanak olarak değerlendiriliyor. Genetiği değiştirilmiş ağaçların, ağaç yetişme kıt ve zor alanlarda değil ormanlık alanlara yada yanına dikilerek yetiştirilmesi nedeniyle niyetin orman büyütme ve ekosisteme katkı olmadığı ortaya çıktı. Bir toprak bakterisinden ağaçlara aktarılan genin, zehir salgılamak yoluyla zararlıların bu ağaçlara zarar vermelerini önleyeceği belirtiliyor. Bu da genetiği değiştirilmiş ağaçlarının bulunduğu yerden kaçan zararlıların doğal ormanlara ve insan yaşam alanlarına gelerek zarar vereceklerini gösteriyor. Ağaçların salgıladığı bu zehir polenlerle birlikte yayılırken başta kelebek ve arı gibi yararlı böceklerin de yok olabileceği belirtilmektedir. Genetiği değiştirilmiş tarım ürünlerinde 200 metre olarak tespit edilen gen kaçışı Hindistan’da genetiği değiştirilmiş çamlar üzerinde yapılan bir araştırmada 600 km olarak tespit edilmiştir. Çünkü genetiği değiştirilmiş çam polenleri bu kadar uzakta görülmüştür.[21] Daniel Tanuro, “Yeşil Kapitalizm İmkansızdır” kitabında genetiği değiştirilmiş ağaçların çevre hatta insan sağlığı için spesifik riskler barındırdığını ve ağaçların yoğun bir şekilde yeni alarjen özelliklere sahip bir polen açığa çıkardıklarını ve bunun da alerjik yapılı insanlar için tehlike oluşturduğunu anlatıyor.

GD ürünler ve GDO içeren ürünler gıda kalitesindeki değişikliklere sebep olmalarıyla birlikte, antibiyotiğe dirençlilik ve potansiyel toksisite geliştirebilirler veya hedef olmayan organizmalara gen kaçışı nedeniyle doğal çeşitliliğin bozulmasına, muhtemel yeni virüs ve toksin oluşumuna neden olabilirler. Aynı zamanda genetik zenginlik için de tehdit oluştururlar.[22]

Koronavirüs salgınının daha çok insana bulaşarak, ölümlere yol açmaması için sürekli “bağışıklık sistemi zayıf olanlar, kronik hastalar ve yaşlılar dışarı çıkmasın, onlar kendini daha çok korusun” uyarıları yapılıyor. Ekolojik sistemler insanı, hayvanı, bakterisi, virüsü tüm canlılarıyla bir bütündür. Bu bütünün talan ve tahribatı, canlıların metaya dönüştürülerek kar aracı haline getirilmesi, bugün yaşadığımız sorunların temel sebebidir. Küresel ısınma, iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin tahribiyle virüsler, açılan yeni konaklama ve yaşam alanlarında mutasyona uğrayarak salgınlara sebep oluyorlar. Yaratılan bu sağlıksızlık ortamda da bağışıklık zayıflaması, kronik hastalıklar vs. kaçınılmazdır. Gökdelenlerin, plazaların ve AVM’lerin hemen yanı başından başlayan yoksulluk ve buna bağlı olarak gıdasızlık, sağlıksızlık ve meslek hastalıkları, kronik hastalıklardaki artış, bağışıklık azalması bu sürecin sonucudur. Koronavirüs salgınındaki hızlı vaka artışının sebebi de budur.

Bitirirken; elbette evde kalacağız ama yaşadıklarımıza da sessiz kalmayacağız. Virüs salgınından ölen kişi sayısı olarak geçen rakamlar aslında kapitalist üretimin bir sonucudur. Kapitalizm işçiler, emekçiler ve yoksul halk kitleleri için sadece emek sömürüsüyle sınırlı kalmıyor, doğayı da tahrip ediyor ve virüs salgınlarını kolaylaştıran bir zemin hazırlıyor. İnsanlığın virüslerle birlikte yaşaması ekolojinin doğal dengesinin gereğidir ama alınmayan önlemlerle milyonlarca insanın enfekte olmasına yol açan kapitalizm virüsü ile birlikte sağlıklı kalmak mümkün olmadığından bir salgın atlatılsa bile yenileri ortaya çıkabilecektir. Hem doğanın dengesini bozarak salgın hastalıkarın çeşitlenmesine ve bir kıyıma yol açan hem de salgın sırasında tedbir almaktan kaçınarak milyonlarca emekçiyi sürü bağışıklığına teslim ederek “en güçlü olan ayakta kalır” mantalitesine göre bir yol seçen kapitalist sistem yıkılmadan insanlığın salgın hastalıklarla mücadelesi ancak geçici kazanımlar sağlayabilir. Bunları asla tarihe gömemez.

Yazıdaki kaynaklar:

[1] Bakırcı, Ç. M. (2015) “Dünya Üzerinde Kaç Tür Var?”, https://evrimagaci.org/dunya-uzerinde-kac-tur-var-3602 (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[2] Karakuş, Doğu’dan Gelen Ölüm
[3] Akın, L. (tarih yok) “Tarihte Görüşlen Bulaşıcı Hastalıklardan Alınan Dersler”, http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/duyurular/tarihtekibulasicihastaliklar.pdf (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[4] Türk Toraks Derneği (2020) “1918 İspanyol Gribi salgını ve Biz”, https://www.toraks.org.tr/halk/News.aspx?detail=5787 (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[5] Ceyhan, M. (2006) “Avian influenza (kuş gribi, tavuk vebası): yaşadığımız bir salgının ardından”, http://www.cshd.org.tr/uploads/pdf_CSH_195.pdf (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[6] Dizbay, M. (tarih yok) “Grip ve Kuş Gribi”, https://www.klimik.org.tr/wp-content/uploads/2012/02/982011163855-mi6efeF7cEfp.pdf (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[7] TTB (2009) “Domuz gribi hakkında en çok sorulan sorular”, https://www.ttb.org.tr/h1n1/index.php?option=com_content&view=article&id=111&Itemid=132 (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[8] Soyluoğlu, B. (2015) “Mers”, http://bilheal.bilkent.edu.tr/aykonu/ay2015/mers/mers.htm (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[9] Biyolojik Silahların Tarihçesi (tarih yok) https://www.biyologlar.com/biyolojik-silahlarin-tarihcesi veya https://www.afad.gov.tr/kbrn/biyolojik-silahlarin-tarihcesi (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[10] Bakırcı, Ç. M. (2020) “COVID-19 Koronavirüs Hastalığı (2019-nCoV, SARS-CoV-2)”, https://evrimagaci.org/covid19-koronavirus-hastaligi-2019ncov-sarscov2-8217 (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[11] Diken (2019) “BM raporu: 1 milyondan fazla bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya”, http://www.diken.com.tr/bm-raporu-1-milyondan-fazla-bitki-ve-hayvan-turu-yok-olma-tehlikesiyle-karsi-karsiya/ (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[12] TC Sağlık Bakanlığı (2019) “Lassa Ateşi”, https://www.seyahatsagligi.gov.tr/site/HastalikDetay/Lassa-Atesi (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[13] Davis, Mike, Kuş Gribi: Kapımızdaki Canavar, Aagora Yayınları, İstanbul, sf. 69
[14] Qui, J. (2020) “Çin’in “Yarasa Kadın”ı, SARS’tan Yeni Koronavirüse Kadar Çok Sayıda Virüsü Nasıl Avladı?”, https://evrimagaci.org/cinin-yarasa-kadini-sarstan-yeni-koronaviruse-kadar-cok-sayida-virusu-nasil-avladi-8504?utm_source=evrimagaci&utm_medium=social&utm_campaign=as-onesignal (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[15] Staph: Küçük deri enfeksiyonlarına neden olurken kan dolaşımına karıştığında eklem, kemik, akciğer veya kalbinizi etkilediyse ölümcül sonuçlara yol açabilir.
[16] Davis, M. (2009) “Kapitalizm ve Grip”, http://m.bianet.org/biamag/print/114399-kapitalizm-ve-grip (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[17] Davis, Kuş Gribi, sf. 111-115.
[18] Rendering: Estetikya da temizlik ile alakalı nedenlerle insan yiyeceği olamayacak gıda maddeleri, kuru yöntem ile prosese tâbi tutulurlar. Bu proses, maddenin buhar çeperli bir kazan içerisinde neminin alınması ve aynı anda yağ hücrelerinden yağ salınımı yaptırmak için ısıtılması ile gerçekleşen Batch (kesik) ya da Continuas (sürekli) bir proses olabilir. Madde önce öğütülür, sonra yağı salması için ve nem muhtevasının azaltılması için ısıtılır, serbest yağı ayırmak için süzülür ve daha sonra bu aşamada “kıkırdak” ya da “kuru rendering tankı tortusu” olarak adlandırılan katılar preslenerek yağ alınır. Kıkırdaklar et ya da kemik unu yapmak üzere ileri öğütülürler. Kuru rendering prosesinin bir başka türü de maddenin düzgünce kesilmesi, sıcak yağ ile akışkanlaştırılması ve sonrasında karışımı bir veya daha fazla buharlaştırma aşamasından geçirerek buharlaştırılmasıdır. Bazı yenilemeyen ürün rendering işlemleri ıslak olarak da gerçekleştirilebilirler. Bunlar genel olarak sürekli prosesler olup, yenebilir ürünlere uygulanan prosesle benzerlikler gösterirler.
[19] Ayçiçek, H. ve H. T. Aktan (2001) “Deli Dana Hastalığı”, Türk Hij. Den. Biyol. Dergisi, 58(3): 119-128, https://www.journalagent.com/turkhijyen/pdfs/THDBD_58_3_119_128.pdf (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[20] Yıldırım, A. E. (2017) “Pamukta GDO yalanları ve gerçekler”, https://www.dunya.com/kose-yazisi/pamukta-gdo-yalanlari-ve-gercekler/381373 (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[21] ZMO (2005) “Ağaçların da Genetiği Değiştiriliyor”, http://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=413&tipi=24&sube=0 (Erişim Tarihi: 18.04.2020)
[22] Genetiği değiştirilmiş organizmalar ve insan sağlığı üzerine etkileri (tarih yok) http://www.obi.bilkent.edu.tr/bultenorta/ekoilk02062017.pdf (Erişim Tarihi: 18.04.2020)

Ekoloji Birliği
Ekoloji Birliği; yaşama yönelik artan tehditlere karşı, yurt genelinde faaliyet gösteren bir çok ekoloji örgütünün bir araya gelmesi ile 2018 yılında oluşmuştur. Amacı; birlik ve dayanışma temelinde ekoloji mücadelesini yükselterek, daha güçlü şekilde doğayı ve yaşamı savunmaktır.
https://ekolojibirligi.org

Bir yanıt yazın

Top