Buradasınız
Ana Sayfa > Dünya > Aklımızla alay ediyorlar! | Özer Akdemir

Aklımızla alay ediyorlar! | Özer Akdemir

“Dünyanın en büyük ve önemli çevre-iklim toplantısı” olarak nitelenen COP toplantılarını niye Türkiye’ye verdiler? Arkada ne pazarlıklar döndü bilemiyoruz ama bundan önceki son iki toplantının ev sahipliğini de Birleşik Arap Emirlikleri ve Azerbaycan gibi iki büyük fosil yakıt üreticisi ülkeye vermişlerdi. Muhtemelen yine aklımızla alay ediyorlar!..

Otuzuncusu 10-21 Kasım tarihleri arasında Brezilya’nın Belem kentinde yapılan Birleşmiş Milletler (BM) iklim konferansının önümüzdeki yıl Türkiye’de, Antalya’da yapılması kesinleşti. Ev sahipliği konusunda Avustralya ile yarışan Türkiye, sonunda istediğini aldı. ‘COP 31’ 2026’nın kasım ayında Antalya’da yapılacak.

BM’nin 1992 yılında kabul ettiği İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi uyarınca, her yıl düzenlenen bu toplantıların ilki 1995 yılında Almanya’nın Berlin kentinde yapılmıştı. İklim değişikliği ile ilgili mücadelede dönüm noktaları olarak ifade edilen 1997’de Kyoto Protokolü ve 2015’te Paris Anlaşması bu toplantılarda imza altına alındı.

“Küresel iklim değişikliği ile mücadeleyi şekillendirmeyi amaçlayan” COP toplantıları aslında bir dizi konferanslardan oluşuyor. Hazırlık süreçlerinde binlerce bilim insanı ve raporların yer aldığı toplantılarda ana hedefin “İklim değişikliğine karşı mücadele stratejileri oluşturmak” olduğu iddia ediliyor. Buna neden ‘iddia’ diyoruz; çünkü süreç öyle gelişmiyor, sonuçlar bu hedefle paralel çıkmıyor.

Devam edelim;

Geçen sene tam bu günlerde, yine bu köşede Azerbaycan’ın Bakü kentinde yapılan COP 29 ile ilgili Papua Yeni Gine delegasyonunun sözlerine yer vermiştik; “Tam bir zaman kaybı!”

O yazıda demiştik ki; “Görünen o ki kapitalist ülkeler iklim değişikliği konusunda somut bir adım atmaya çok uzaklar ve COP toplantılarını da dünya kamuoyuna ‘Bir şey yapılıyor oyunu’ izlettirmek için kullanmaya devam edecekler.” 

Bu cümleleri geçtiğimiz günlerde Brezilya’da yapılan toplantılar için de aynen tekrarlamak mümkün.

Türkiye’nin Ali Cengiz oyunu

Türkiye’nin COP toplantılarına ev sahipliği meselesine gelmeden önce Belem’deki performansına bakmakta fayda var. Belem’de sunulan “Emisyonları yüzde 41 azaltacağız” taahhüdü, bilim insanları tarafından hem “şişirilmiş bir senaryo” olarak niteleniyor hem de aslında böylesi bir durumda bile gerçekte emisyonların 2023’e kıyasla yaklaşık yüzde 16 oranında artacağının altı çiziliyor.

Çevre hukuku ve BM iklim değişikliği rejimi konusunda uzman olan Dr. Ezgi Ediboğlu, bu garip durumu şöyle açıklıyor; “TÜİK verilerine göre; Türkiye’nin CO2e emisyonları, 2023 yılında yaklaşık 552 milyon ton CO2e’ye yükseldi. İkinci ulusal katkı beyanına göre ise 2035 yılında yüzde 41’lik azaltıma rağmen 643 milyon ton CO2e olacak. Kısacası, 2023’e göre yaklaşık yüzde 16’lık bir artış gerçekleşecek. Bu yaklaşımı günlük hayata uyarlayarak örneklendirecek olursak: ‘60 liralık elbiseye 100 liralık etiket koyup ‘yüzde 40 indirim’ duyurusuyla 60 liraya satmak’ gibi.” Nasıl dümen ama!

1.5 derece artış hedefi sizlere ömür!

Türkiye’nin fosil yakıtlardan çıkış planı belirsiz. 2053’te net sıfıra ulaşmak adına hiçbir somut ara hedef ve takvim de yok.

Dr. Ezgi Ediboğlu, Türkiye’nin yeni taahhüdünün küresel ısınmayı 1.5 ya da 2 derece ile sınırlandırma hedefleriyle uyumlu olmadığına dikkat çekiyor; ki aslında dünyanın geri kalanının (Başta küresel ısınmanın en büyük sorumlularından olan gelişmiş kapitalist ülkeler olmak üzere) 1.5-2 derece hedefine uygun bir pratik ortaya koydukları da söylenemez. Zaten BM çevre programının bu ay yayımlanan “Emissions Gap Report 2025: Off Target” başlıklı raporuna göre tüm devletler emisyon azaltım sözlerini tutsalar bile yüzyıl sonunda ısınma 2.3 – 2.5 derece arasına ulaşacak. Yani Paris Anlaşması’nın getirdiği, sıcaklık artışını 1.5 derece ile sınırlama hedefi artık bilimsel olarak “sizlere ömür!”

Yenilenebilir enerji lobisi şimdiden ellerini ovuşturuyor

Gelelim Türkiye’nin COP 31 ev sahipliğine; Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde 22-23 Kasım arasında yapılan G20 liderler zirvesinde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, temmuz ayında çıkarılan İklim Kanunu’na atıfta bulunarak, kanunla temiz teknoloji yatırımlarının artırılması ve tüm sektörler için adil dönüşümün finansman olarak desteklenmesinin amaçlandığını söyledi. Erdoğan, “2035 yılına kadar güneş ve rüzgar enerjisi kapasitemizi mevcudun 4 katına çıkarmayı öngörüyoruz” dedi. Erdoğan, BM’nin desteklediği “sıfır atık” projesi ile de çevre konusundaki çalışmaların güçlendirildiğini ileri sürdü.

Türkiye’nin COP 31 toplantılarına ev sahipliği yapması, fosil yakıt lobisine karşı “temiz-yenilenebilir enerji” etiketi ile önerilen RES, GES, JES firmalarının iştahını şimdiden kabartmış görünüyor. Nitekim bu cenahtaki lobilerden Ember adlı düşünce kuruluşu, Türkiye’nin COP 31 ev sahipliği ile “Bölgenin enerji dönüşümünde liderlik rolü üstlenerek bir temiz enerji merkezi haline gelme şansı elde ettiğini” ileri sürüyor.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!

Peki; COP 31’e bir yıl sonra ev sahipliği yapacak olan Türkiye’de; daha birkaç ay önce enerji ve maden şirketlerini bastırması ile onların önünü tamamen açacak, zeytinlik, koruma alanları, orman, mera vs. dinlemeden şirketlere tahsis eden yasa bu süreçte konuşulacak mı?

Uluslararası platformlarda yenilenebilir enerji kapasitesindeki artışla övünen, iç politikada termik santrallerin ömrünü uzatan ve yeni kömür sahaları açılmasına izin veren düzenlemeleri yapan siyasi iktidara “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” denecek mi?

Bir taraftan “sıfır atık projesi” ile övünürken, öbür yanda 2024 itibarıyla Türkiye’nin, dünya atık ithalatında ilk sırada yer alması nasıl açıklanacak? Yalnızca Avrupa Birliği’nden 18 milyon ton atık ithal eden Türkiye’nin, AB’nin toplam dış atık ihracatının yaklaşık yüzde 73’ünü tek başına almasının “sıfır atık”la bağlamını nasıl kuracağız?

İklim değişikliği ve küresel ısınmaya karşı en önemli karbon yutakları arasında gösterilen sulak alanlar konusunda son 60 yılda, 60 gölü kurutmayı, iki milyon hektarı aşan sulak alanı yok etmeyi başardığımızı(!) nasıl açıklayacağız?

Nesli tükenen canlılara yönelik hiçbir önlem alınmaması nedeniyle Türkiye’nin doğa koruma açısından 180 ülke arasında 177. sırada yer alması ile iklim konferansı ev sahipliğini nasıl yan yana koyacağız?

“Ormanları korumazsak geleceği kaybederiz” diyen bilim insanlarının uyarılarına rağmen son 8 yılda 343 bin hektar orman alanının maden ve enerji şirketlerine ‘tahsis’ edilerek yok edilmesine ne diyeceğiz bu toplantılarda?

Marmara Denizi’ni ölümün eşiğine getiren ve insan kaynaklı çevresel kirlilik sonucu oluşan müsilaj sorunu henüz çözülmemişken, Kanal İstanbul gibi ekosistemi altüst edecek projelerdeki ısrar, iktidarın ekolojik gerçeklikten kopukluğunu belgelemiyor mu?

Hal böyle iken “dünyanın en büyük ve önemli çevre-iklim toplantısı” olarak nitelenen COP toplantılarını niye Türkiye’ye verdiler?

Arkada ne pazarlıklar döndü bilemiyoruz ama bundan önceki son iki toplantının ev sahipliğini de Birleşik Arap Emirlikleri ve Azerbaycan gibi iki büyük fosil yakıt üreticisi ülkeye vermişlerdi. Muhtemelen yine aklımızla alay ediyorlar!..


Evrensel

Özer Akdemir
Evrensel Gazetesi yazarı. 1969 Nevşehir Hacıbektaş'ta doğdu. 1998'de Evrensel Gazetesi ile başladığı gazeteciliğe halen gazetenin İzmir temsilcilisi olarak devam ediyor. İlk olarak Hayat TV'de başladığı Çepeçevre Yaşam programlarının yapım ve sunuculuğunu halen Evrensel TV'de sürdürüyor. Anadolu’nun Altın’daki Tehlike / Kışladağ’a Ağıt, Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Uranyum Uğruna / Dilsiz Çocukları Ege’nin, Doğa ve Direniş Öyküleri adlı kitaplarından bazıları. EGEÇEP Yürütme Kurulu ve çeşitli komisyonlar ile Ekoloji Birliği'nde Koordinasyon Kurulu ve Yürütme Kurulu'nda da görev yaptı.
https://ekolojibirligi.org

Bir yanıt yazın

Top